Siyasi Metin
- Emperyalist-kapitalist sistemin siyasal ve ideolojik çerçeve sunmaktaki yetersizliğinin ürünü olan istikrarsızlık ve dağınıklık hali derinleşerek sürmektedir. Emperyalist merkezlerin istikrarsızlık ve dağınıklığı saldırganlıkla aşma çabalarının kalıcı sonuçlar üretmekten uzak olduğu görülmektedir.
- 2022’ye damga vuran Rusya-Ukrayna savaşı, emperyalist-kapitalist sistemin kriz dinamiklerini berraklıkla ortaya sermiştir. ABD emperyalizmi mevcut dağınıklığı ve hegemonyasındaki gerilemeyi Ukrayna merkezli bir provokasyonla aşmayı denemiş, ancak Ukrayna yönetiminin emperyalizme piyonluk etme hevesiyle tırmanan provokasyonun emperyalizme kalıcı bir zafer getiremeyeceği ortaya çıkmıştır.
- Rusya-Ukrayna savaşının birincil nedeni, ABD hegemonyasındaki savaş ve provokasyon örgütü NATO’nun genişleme politikasıdır. Beklendiği üzere Rusya’ya karşı piyon olarak kullandıkları Ukrayna’yı ortada bırakan emperyalist güçler, Rusya’yı zorlamak adına savaşın uzamasını temin edecek askeri yardımları sürdürmekle birlikte gerek duyduklarında Zelenski yönetimini gözden çıkarabileceklerini ise gizlememektedirler.
- Savaş, emperyalist güçlerin iç gerilimlerini gözler önüne sermiştir. Petrol, doğalgaz ve temel gıda maddelerinde yaşanan tedarik sorunu ve aşırı fiyat artışları nedeniyle savaşın ekonomik yükü ABD’den ziyade AB’nin üzerine yıkılmış, savaşın maliyetini tek taraflı ödemek istemeyen AB ülkelerinin Rusya’yı tecrit politikasında ABD kadar hevesli olamayacağı ortaya çıkmıştır. AB açısından sürdürülebilir olmayan mevcut durum uzadığı takdirde emperyalist sistemin iç gerilimlerinin büyümesi mümkündür. Bir dizi AB üyesi ülkede şimdilik aşırı sağın öncülüğünde kitleselleşen NATO karşıtı tepkiler, sistemin iç gerilimlerinin bir yansıması ve mevcut durumun AB açısından sürdürülemezliğinin göstergesi sayılmalıdır.
- Rusya-Ukrayna savaşı, emperyalistlerin özgürlük ve demokrasi paradigmasının sahteliğini de ortaya çıkarmıştır. Rusya’nın savaş politikasıyla gerekçelendirilen yaptırımların bir dizi örnekte Rus halkını ve kültürünü de hedef alması ve pek çok Avrupa ülkesinde yasaklı olan neo-Nazi örgütlenmelerin Ukrayna’da müttefik olarak kabul görmesi emperyalizmin özgürlük, demokrasi ve insan hakları söylemlerinin samimiyetsizliğini bir kez daha göstermiştir.
- Savaşla birlikte ortaya çıkan yeni dengede Çin, Batı ile gerilimlerin doğrudan parçası olmayı tercih etmese de sıranın kendisine geleceğini öngörerek Rusya’dan yana net bir tavır almıştır. ABD merkezli Batı emperyalizminin gerileyen hegemonyasını konsolide etmeye yönelik hamlelerinin dünya genelinde yeni kriz dinamikleri yaratacağı görülmektedir.
- ABD emperyalizmi, Ukrayna’da yaptığı provokasyonun bir benzerini Doğu Asya’da gerçekleştirmek üzere Tayvan’da zemin yoklamaktadır. Tarihsel olarak Çin’in parçası olan ve BM üyesi ülkelerce resmen tanınmamakla birlikte fiilen ayrı bir devlet olarak var olan ada ülkesi Tayvan’ın statüsünü suni olarak gündeme getiren ABD, Doğu Asya’da Çin’in komşuları ve Batılı ülkelerce izole edilmesine bahane olacak bir çatışma durumu yaratmayı hedeflemektedir.
- Ucuz emekgücüne dayalı devasa sanayi altyapısı ve artan teknolojik üretim kapasitesiyle Çin, ABD merkezli Batı hegemonyasında delik açmakla birlikte kapitalist sistemin işleyişinde kritik önem taşıyan bir ülkedir ve kapitalist dünya ekonomisi için vazgeçilmez bir unsur haline gelmiştir. Bu nedenle tıpkı Rusya’ya olduğu gibi Çin’e yönelik olası yaptırımların da nesnel sınırları vardır. Buna karşın uluslararası tekellerin sınıfsal çıkarları dışında bir önceliği olmayan emperyalist merkezlerin tüm dünyada gerilimi tırmandırarak insanlığı ateşe atmaları mümkündür.
- Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte tırmanan ve ABD’nin dünyanın farklı bölgelerindeki kasıtlı kışkırtmalarıyla uzayan uluslararası kriz, taraflar yer yer 1945-1990 dönemi referanslarına başvurmayı tercih ediyor olsa da bu dönem ile temel farklılıklar taşımaktadır. 1945-1990 döneminden farklı olarak günümüzdeki kriz, kendi içlerinde daha fazla gerilim taşıyan, ancak sınıfsal nitelik itibariyle birbirlerinden farksız taraflar arasındadır. Farklı güç ve gelişkinlik düzeylerindeki burjuva iktidarlar arasındaki mevcut kriz, Sovyetler Birliği gibi güçlü bir sosyalist odağın yokluğunda insanlık için daha da büyük bir tehlike oluşturmaktadır.
- Ortadoğu’dan Doğu Asya’ya, Avrupa’dan Latin Amerika’ya dünyanın pek çok noktasında tırmandırılan gerilimler, ABD’de Biden yönetimi ve işbirlikçilerinin öznel tercihlerinden öte emperyalist-kapitalist sistemin işleyiş dinamiklerinin sonucudur. Ekonomide kriz alametlerine ve siyasi-ideolojik tıkanıklığa çare bulamayan emperyalist merkezler, sorunları saldırganlıkla aşma yönelimine girmiştir. İnsanlık için tehlike oluşturan bu saldırganlığı durdurmanın tek yolu, yeni bir devrim dalgasıyla emperyalizmi geriletmek ve devamında tamamen ortadan kaldırmaktır.
- Günümüz dünyası 30 yıl önce emperyalizm karşısında yenilgiye uğrayarak sonlanan sosyalist sistemin pek çok izini taşımayı sürdürmektedir ve emperyalist-kapitalist sistemin kendi sorunlarını saldırganlıkla aşma tercihi, doğal olarak sosyalizme ait izlere saldırıyı içermektedir. Buna karşın sosyalist siyasetin güçten düştüğü ve pek çok ülkede solda konumlanan siyasi odakların anti-emperyalist ve sınıf temelli siyasetten uzaklaştığı koşullarda Avrupa ülkelerinde ABD hegemonyası ve NATO’ya yönelik toplumsal tepkinin aşırı sağ hareketler tarafından temsil edildiği görülmektedir. Sosyalistlerin devrimcilikte ısrarı, siyasi taraflaşmaların daha sağlıklı bir zeminde gerçekleşmesini sağlayacaktır.
- Dünyanın karşı karşıya olduğu tehlike, sosyalizmin temsil ettiği akıl ve iradenin önemini artırmaktadır. Sosyalistler, dünyayı tehlikeli bir gerilime sürükleyen ABD emperyalizmi ve NATO ile mücadeleyi kendi program ve hedefleri bağlamına yerleştirecek birikime sahiptir.
- Emperyalist saldırganlık Türkiye’yi de doğrudan ilgilendirmekte, Türkiye için bir varlık-yokluk sorunu oluşturmaktadır. 100 yıl önce emperyalist işgali Sovyet desteğiyle yenilgiye uğratarak kurulan ve devamında Sovyet varlığının ürünü olan dengede yaşama şansı bulan Türkiye, sosyalist sistemin yokluğunda varlık zeminini yitirmiştir. Türkiye’de ve bölgede emperyalizmin yenilgiye uğratılması, varlık zemini ortadan kaldırılan ülkemizin geleceğe uzanabilmesinin tek yoludur. Devrimciler Türkiye’nin gerek her türlü saldırıya karşı savunusu gerekse emperyalist operasyonlara ortak edilmesinin önlenmesi bakımından emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltme, yurtsever bir çıkışı örgütleme göreviyle karşı karşıyadır.
- AKP’nin 20 yıla yayılan karşı devrimi Türkiye’yi ekonomiden adalete, kamu düzeninden sınır güvenliğine her alanda çok boyutlu bir yıkıma sürüklemiştir. Karşı devrimci yıkım, Türkiye’nin varlık zeminini de ortadan kaldıran emperyalist operasyonla uyum içinde gerçekleştirilmiştir. Türkiye, karşı devrimcilerin yarattığı enkazı kaldırıp ülkeyi kurtaracak akıl ve iradeyi aramaktadır.
- Türkiye’nin uzun yıllardır deneyimlediği ekonomik darboğaz derinleşerek sürmekte, yaşam pahalılığı ve yoksulluk olağanüstü bir hızla artmaktadır. 20 yıllık AKP iktidarlarının ranta dayalı neoliberal özelleştirme politikaları Türkiye’yi ekonomik çöküşe sürüklemiş, enkazın altında emekçiler kalmıştır.
- Türkiye’nin ekonomik çöküşünün nedeni kapitalist yağma ekonomisi, kurtuluşun yolu ise kamucu bir kalkınma hamlesidir. Devrimciler ekonomik çöküşün nedenleri ile gerçek kurtuluş reçetesini halka anlatmakla yükümlüdür.
- Emperyalist saldırganlığın ürünü olan ve birçoğunda AKP iktidarının da sorumluluk taşıdığı savaş ve provokasyonların yol açtığı göçmen krizi kontrolden çıkmıştır. Uzunca bir süredir sayısı milyonlarla ifade edilen sığınmacılar, sermaye sınıfınca ucuz işgücü ordusu olarak görülürken krizin emekçi halka getirdiği ekonomik ve sosyal yük katlanılmaz boyuta ulaşmıştır.
- Göçmen krizi, ne insani çalışma şartlarına ve temel hizmetlere erişim sorunu yaşayan göçmenler ne de Türkiye’nin yerli halkı açısından sürdürülebilirdir. Göçmen sorununa akılcı, gerçekçi ve insani çözümün tek temsilcisi olan devrimcilerin çözüm önerilerini halka anlatma, ülkeye sahip çıkma sorumluluğu vardır.
- Türkiye’nin yaşadığı çok yönlü yıkımın sorumluluğu 20 yıllık AKP iktidarlarına aittir. Türkiye yıkımdan kurtulmak için AKP ve onun lideri ile hesaplaşmakla yetinemez. AKP’yi var eden gerici, işbirlikçi ve halk düşmanı anlayış; yani 20 yıllık karşı devrim sürecinin bütünü hesaplaşmanın konusudur.
- Yıkımın halkın tüm kesimlerince apaçık görüldüğü koşullarda düzen muhalefeti AKP’ye ve AKP’yi var eden dinamiklere can simidi olmaktadır. Yıkımın sorumluluğunu Erdoğan ile onun kişilik özelliklerine indirgeyen muhalefet anlayışı siyasetin halktan kaçırılmasına hizmet etmekte, ülkedeki muhalefet potansiyelini kötürümleştirmekte, yıkımın birinci derecede sorumlusu olan AKP eskilerine hak etmedikleri bir meşruiyet kazandırmaktadır.
- Kağıt üzerinde siyaseti Saray’a sıkıştırıp tüm yetkileri tek bir kişiye teslim eden Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi Türkiye’nin gerçekliğiyle bağdaşmadığı gibi Türkiye’yi de istediği kalıba sokamamıştır. Türkiye’nin siyasal ve sosyal dinamiklerinin karmaşıklığı gerçek anlamda tek kişi tarafından yönetilebilmesini olanaksız kılmış, iktidarı geçmiştekinden daha parçalı ve buna bağlı olarak daha kırılgan hale getirmiştir.
- 20 yıllık AKP iktidarları Cumhuriyet’i devletten tasfiye etmekte gösterdikleri beceriyi kendilerine ait yeni bir siyasal rejim kurmakta gösterememiş, karşı devrim sürecinin parçası olarak çözülen devletten geriye yalnızca suç ortaklığı, baskı ve korku ile ayakta kalabilen bir ucube bırakmıştır. Saray rejimi ve tek adam rejimi gibi adlandırmalar, bir karşı devrim iktidarından daha fazlası olmayan AKP iktidarına sahip olmadığı bir oturmuşluk ve kuruculuk atfetmektedir.
- AKP’nin yarattığı yıkımın altında kalan halkın öfkesi ve umut arayışı, sosyalistlerin yapacağı etkili bir çıkışın halkta karşılık bulabilmesinin zeminini oluşturmaktadır. Sosyalistlerin Türkiye’nin yıkımı karşısında devrimci ve gerçek bir çıkış yolunu ortaya koyma, emekçi halkı yeni ve sosyalist bir cumhuriyet için mücadeleye örgütleme sorumluluğu vardır.
- Türkiye’de siyaset, kuruculuk yeteneği çok sınırlı bir karşı devrim iktidarı ile 20 yıllık karşı devrim sürecinin ilk yıllarına dönüşü vadeden bir odak arasında sıkışmış durumdadır. Sosyalistler, Türkiye’ye gerçek bir ufuk çizen, bütünlüklü bir yeniden kuruluş programını ortaya koyan tek odak olarak sivrilme şansına sahiptir. Devrimci ve tutarlı bir program doğrultusunda üretilecek siyaset, sosyalistlerin yapacağı çıkışın temelini oluşturacaktır.
- Verili güç dengesinin iyimser bir tablo çizmediği, sosyalistlerin etkili bir çıkış yapmasının önünde nesnel bir zorluk yarattığı açıktır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sosyalist bir adayla girilmesi verili güç dengesinin yarattığı dezavantajlardan önemli ölçüde kurtulma, sosyalistlerin Türkiye’ye önerdiği yeniden kuruluş programını geniş kitlelere duyurma, Cumhuriyetçiliği devrimci bir çizgide temsil etme olanağı yaratacaktır.
- Sosyalist Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi, devrimci olanaklar barındıran akılcı bir seçenek olmanın ötesinde zorunluluktur. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı dışında yetkili bir makamın bırakılmadığı koşullarda tek yetkili makam için aday göstermemek, Türkiye’yi yönetme iddiasından vazgeçmekle eş anlamlı olacaktır. Devrim Hareketi, sosyalist Cumhurbaşkanı adayı çıkarılmasına yönelik ısrar ve çabalarını sürdürecektir.