İçeriğe geç

Devrim ve Cumhuriyet: 100. Yılda 100 Madde

Cumhuriyet için Devrim, Devrim için Cumhuriyet…

Türkiye Cumhuriyeti, 100. yılına karşı devrim karanlığında giriyor. Geçtiğimiz yüzyılda önce işgalcileri ardından da padişahı yenilgiye uğratarak kurulan Cumhuriyet, rotalarını emperyalizme ve gericiliğe çeviren sermaye iktidarlarınca zayıf düşürüldü. Sermaye aklının ürünü olan tahribatın üzerine oturan son 20 yılın AKP hükümetleri, süreci açıkça karşı devrim niteliğine büründürerek ülkemizi çöküş tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı.

Yıkım bir günde gelmedi. Son 20 yılda gerici ve işbirlikçi bir çete eliyle yürütülen karşı devrimin zemini, işçi sınıfına ve sosyalizme düşman olan sermaye iktidarlarınca hazırlandı. Emekçilerin uyanışını durdurmak için palazlandırılan çete ve tarikatlar önce iktidar ortağı, sonra iktidar sahibi oldular. Sovyetler Birliği’ni ve müttefiklerini kuşatmak için hizmetine girilen emperyalist merkezler, koşullar olgunlaşınca Cumhuriyet düşmanlarına el vermekten çekinmedi. Cumhuriyet yıllarında halktan çaldıklarıyla servetini büyüten sermaye sınıfı, kamu varlıklarını yağmalama ve işçileri gerici ağlarla kuşatma fırsatını yakaladığında Cumhuriyet’in tasfiyesine alkış tuttu.

Karşı devrimciler zafer sarhoşluğunda olsa da Türkiye sahipsiz değil. Devletten tasfiye edilen Cumhuriyet, bugün emekçi halkın elinde yükseliyor. 100. yılına giren Cumhuriyet deneyimi ve onun kazanımı olan Türkiye’nin devrimci birikimi, ülkemizin geleceğine ışık tutuyor.

On yıllardır memleketi yağmalayanlar, çete ve tarikatları palazlandıranlar, emperyalizme taşeronluk edenler güzel ülkemize çok zarar verdilerse de umudu bitiremediler. Halkı hala teslim alamadılar. Devrimcileri bu topraklardan silemediler. Buradayız.

Devrim Hareketi, Cumhuriyet’in 100. yılında yeni bir devrimci atılım için emekçi halkı sorumluluk almaya, seçmenlikle yetinmeyip yeni ve sosyalist bir cumhuriyet için devrimci cumhuriyetçilik zemininde örgütlü mücadeleye çağırıyor.

Devrim için BURADAYIZ.

1. Modern anlamda cumhuriyet düşüncesi ve pratiği; iktidarın kaynağının gökyüzünden yeryüzüne, saray ve hanedandan halka geçişini ve ahalinin tebaadan yurttaşa dönüşümünü ifade eden bir tarihsel kazanımdır. Türkiye Cumhuriyeti, Fransız Devrimi’nin ürünü olan ve önce Avrupa’yı ardından da tüm dünyayı saran bu kazanımın ülkemiz topraklarındaki karşılığıdır.

2. Cumhuriyet deneyimi, bugün 200 yıllık bir geçmişe sahip olan Türkiye modernleşmesinin kendisinden önceki birikiminin ürünü ve zirvesidir. Bu tarihsel süreçte Türkiye dört ayrı modernleşme dalgası deneyimlemiştir ve her bir dalga, Türkiye ilericiliğine yeni programatik unsurlar hediye etmiştir.

3. Türkiye modernleşmesindeki dört dalga sırasıyla Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve 60’lı yılların sol yükselişidir. Bu dört dalga yine sırasıyla modern merkezi devletin inşası, yurttaşlık ve halk egemenliği, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi ve işçi sınıfı mücadelesi ve iktidarı gibi programatik unsurları Türkiye ilericiliğine kazandırmıştır. Türkiye’de devrimin programı, her bir dalganın ürünü olan programatik unsurların birbirinin üzerine eklenmesi ve ileri taşınması yoluyla olgunlaşmıştır.

4. Türkiye’nin ilk modernleşme dalgası 1821’de Tercüme Odası’nın kurulması, 1826’da ise Yeniçeri Ocağı lağvedilerek modern ordunun oluşturulması ile başlamıştır. Osmanlı Devleti’ni modern birer askeri ve diplomatik yapıya kavuşturan bu atılımların zirvesi, padişahın yetkilerinin sınırlandırılabileceğini ve dini aidiyetlerinden bağımsız olarak tüm Osmanlı tebaasının eşit haklara sahip olduklarını kayıt altına alan 1839 tarihli Tanzimat Fermanı olmuştur. Bu dalgayla birlikte modern merkezi devlet inşası tartışmasız biçimde devlet politikası haline gelmiş, ilericilik-gericilik kavgası bu durumun her iki tarafça da veri kabul edildiği bir düzlemde devam etmiştir.

5. Türkiye modernleşmesi aslen askeriye ve diplomasi alanlarında başlamış, ancak dönüşüm bu alanlarla sınırlı kalmamıştır. Modernleştirilen devlet mekanizması, halkın yaşantısına değdiği ölçüde halkı da dönüştürmüş, yurttaşlık fikrinin taban bulmasını sağlamıştır. Bu gelişme, modernleşme dinamiğinin kaçınılmaz sonucudur.

6. Tanzimat Fermanı’nın ilanından 1870’li yıllara kadarki on yıllarda hukuk, eğitim ve idari yapıda çok önemli reformlar yapılmış, bu reformlar halkın gündelik yaşantısına doğrudan etkide bulunarak halkı modernleşme sürecine adapte etmiş ve yurttaş kategorisinin oluşumunu hızlandırmıştır. Mithat Paşa’nın girişimiyle 1876 yılında anayasa ilanı ve parlamentonun kuruluşu, bu reformlar silsilesini zirveye taşıyarak ikinci dalganın zeminini hazırlamıştır. II. Abdülhamid’in savaş bahanesiyle anayasa ve parlamentoyu ilga etmesi bu önemli dönüşümü 2 yıl gibi kısa bir sürede kesintiye uğratmış olsa da Türkiye ilericiliğinin önemli temalarından anayasacılık bu sayede mevzi kazanmış, sonraki on yılların ilericileri açısından da önemli bir politik mücadele gündemi haline gelmiştir.

7. Devletin modernleştirilmesi sürecinin vazgeçilmez unsurlarından biri de merkezi bir altyapının inşasıdır. Asıl olarak askeri amaçlarla gelişkin bir ulaşım ve iletişim altyapısının inşası, Osmanlı ülkesinde kapitalist ekonominin ve modern toplumsal yapının zeminini hazırlayarak feodal yapıyı çözülmeye zorlamıştır. Osmanlı modernleşme deneyimi, sermaye birikim dinamikleri bakımından görece zayıf kalsa da belli başlı kentlerde kapitalist ilişkilerin filizlenmesine ve burjuva nitelikli bir toplumsal yapı ve kültürün şekillenmesine vesile olmuştur. Bu süreç, tarihsel olarak ilerici bir nitelik taşımaktadır.

8. Modern devlet mekanizmasını işletecek sivil-asker bürokratların yetiştirilmesi hedefiyle açılan modern okulların yaygınlaşması, Osmanlı ülkesinde modern teknik bilgilerle eş zamanlı olarak Batı kaynaklı Aydınlanmacı fikirlere aşina bir aydın zümre yaratmıştır. Mustafa Kemal dahil pek çok aydın ve devrimcinin yetiştiği bu okullar, Osmanlı toplumunda ilerici ve devrimci fikirlerin yatağı olmuştur.

9. 1908 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti öncülüğünde Balkanlarda yoğunlaşan mücadelenin sonucunda anayasanın yeniden yürürlüğe girmesi ve parlamentonun yeniden açılması istibdat rejiminin sonunu getirmiş, Türkiye modernleşmesinde ikinci dalganın zirve noktasını oluşturmuştur. Devlet yönetiminin sultanın mutlak ve tartışılamaz kudretinden ziyade bir kurallar bütünü olan anayasaya dayandırılması, devrim öncesindeki anayasacılık düşüncesinin yansımasıdır ve iktidarın feodal ayrıcalıklardan arındırılması adına kritik bir gelişme olmuştur. Yurttaşlık ve halk egemenliğinin damgasını taşıyan bu dalgada modern merkezi devlet inşası adına da ileri adımlar atılmış, devlet mekanizması ve yasal çerçeve önemli ölçüde laikleştirilmiştir.

10. 1908 Devrimi’yle birlikte Türkiye modernleşmesinin ilk dönemlerinden itibaren gözlemlenebilen ilericilik-gericilik saflaşması şiddetlenmiş, Türkiye’nin ana saflaşması ve tarihsel fay hattı haline gelmiştir. Türkiye’de laiklik, yurttaşlık ve halk egemenliğine dair günümüze değin süren pek çok politik ve ideolojik tartışmanın temelleri 1908 sonrası süreçte atılmıştır. Bu bakımdan birlik ve ilerleme sorunlarına çözüm iddiasıyla yola çıkan 1908 Devrimi, Türkiye devrimcileri açısından tartışmasız sahiplenilmesi gereken kritik bir uğraktır.

11. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908 Devrimi’nin ilk uğrağında iktidara el koymakta yeterince kararlı davranmamış, iktidarı aldığında ise yeni ortaya çıkmakta olan emperyalizm olgusunun ürünü olan paylaşım savaşına dahil olarak Osmanlı ülkesinin kısa süre içinde yaşayacağı çok yönlü yıkım ve trajediler silsilesinin sorumluluğuna ortak olmuştur. Devrim tarihimizin henüz erken bir aşamasında sorumluluk üstlenen önder kadroların bilgi ve deneyim eksiklikleri ve burjuva dünya görüşünün zaaflarıyla malul olmalarından kaynaklanan, birlik ve ilerleme hedeflerinin de akamete uğramasına yol açan bu tablo, 1908 Devrimi’ni reddetmenin değil, zaaflarını tespit ederek içerip aşmanın gerekçesi olabilir.

12. Türkiye modernleşmesinin ilk dalgası büyük ölçüde tüm dini, etnik ve milli kökenlerden tebaanın yurttaşlık temelinde birliğine dayalı Osmanlıcılık zemininde gerçekleşmiştir. Ancak Avrupa genelinde yükselen milliyetçi hareketlerin gayrimüslim tebaa arasında da karşılık bulması ve Osmanlı Devleti’nin Batı sınırlarında kendisinden kopmuş Hıristiyan ulusların devletlerine toprak kaybetmeye başlaması nedeniyle ibre İslamcı ve Türkçü paradigmalara doğru kaymıştır. Osmanlı Devleti’ni Balkanlardan neredeyse tamamen çekilmek zorunda bırakan Balkan Savaşlarıyla birlikte aydınlar arasında gayrimüslim tebaanın ülkeye aidiyetine yönelik şüpheler artmış, ulusçuluk ana akım haline gelmiştir. Osmanlı aydını arasında bu fikrin yükselişi, yenilgi dönemi ürünü ve umutsuzluk ifadesi olmakla birlikte imparatorluktan ulus-devlete geçişe zemin hazırlayarak ilerici bir rol oynamıştır.

13. Balkan Savaşlarıyla başlayıp I. Dünya Savaşı ve ardından gelen Kurtuluş Savaşı’yla devam eden 10 yılı aşkın sürede bitmek bilmeyen savaşlar Osmanlı ülkesini tarumar etmiş, Osmanlı ülkesi ve yakın coğrafyasında farklı etnik ve dini topluluklar açısından büyük kıyımlar ve kitlesel göçlerle sonuçlanmıştır. Bu durum geniş bir bölgede büyük acılara ve demografik yapıların köklü biçimde değişmesine yol açmıştır. Ermeniler ve Rumlar başta olmak üzere Hıristiyan unsurların Anadolu’yu neredeyse tamamen terk etmek zorunda kalmasıyla ortaya çıkan trajedi, Balkanları terke zorlanan Türkler ve Kafkasları terke zorlanan Çerkezler açısından yaşanan trajediyle aynı sürecin ürünü olmuştur.

14. Bölgemizde gerek siyasi haritanın gerekse demografik yapıların köklü biçimde değişmesiyle sonuçlanan savaşlar ve etnik çatışmalar silsilesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağıldığı koşullarda ortaya çıkan Türkiye açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur. Söz konusu tarihsel süreçte gerçekleşen 1915’teki Ermeni Tehciri ile 1924’teki Nüfus Mübadelesi sonucunda ülkemizdeki Hıristiyan varlığı çok büyük ölçüde ortadan kalkmış, Anadolu’nun etnik ve dinsel dağılımı kalıcı olarak değişmiştir. Bu tablo, 1908 Devrimi’nin “birlik” hedefinin akamete uğramasının ürünü olmuştur.

15. Cumhuriyet ve genel olarak Türkiye modernleşmesi için yapılan “Batı taklitçiliği,” “tepeden inmecilik” ve “militarizm” eleştirileri anakronik ve gerçeklikten uzaktır. Türkiye modernleşmesinin ve Cumhuriyet devriminin genel niteliklerinden olan Batıcılık, ilericilikle eş anlamlıdır. Bu süreçlerin ele geçirilmiş siyasal iktidar aracılığıyla yukarıdan aşağıya örgütlenmiş olma niteliği tüm devrimci süreçlerin ortak özelliği, asker yoğunluğu ise Türkiye’nin tarihsel koşullarının doğal sonucudur.

16. Türkiye dahil dünyanın hemen her yerinde modern anlamda ilerici fikirlere Avrupa’nın siyasal ve düşünsel tarihi kaynaklık etmiştir ve bu nedenle devrimci olan, Batı kaynaklı ilerici değerlerin savunulması anlamında Batıcılıktır. Batı kaynaklı devrimci fikirlerin karşısında “Doğu bilgeliği” savunusu tarihsel olarak gericidir ve sosyalistlerin görevi, Batı kaynaklı burjuva devrimci fikirleri içerip aşmaktır.

17. Devrimlerin doğası gereği otoriter eylemler oldukları, bilimsel sosyalizmin temel doğruları arasındadır. Bu temel doğrudan muaf olmayan Cumhuriyet devrimi de doğası gereği otoriter bir nitelik taşımıştır. II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet deneyimlerinde asker kökenli kadroların yoğunluk taşıması ise halktan kopukluğun değil, kendileri de yoksul halk çocukları olan askeri okul öğrencilerinin aldıkları modern eğitim vesilesiyle Türkiye modernleşmesinin ilerici ve devrimci aydın kadro kaynakları içinde taşıdıkları ağırlıkla ilgilidir. Hakim liberal-gerici paradigmanın “tepeden inmeci” saydığı bu devrimci süreçler gerçekleşirken Türkiye’de siyasete halk katılımını artırmış, devamında ise geniş halk kesimlerinin siyasete katılabilecekleri maddi zemini güçlendirmişlerdir.

18. Türkiye modernleşmesinin ilk iki dalgası, kendilerine damga vuran modern merkezi devlet inşası ile yurttaşlık ve halk egemenliği kavramları bağlamındaki kazanımları ve yarattıkları kadro birikimiyle Cumhuriyet deneyiminin zeminini hazırlamıştır. Cumhuriyet deneyimi gerek bu iki programatik unsuru çok ileriye taşıyarak gerekse emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesini Türkiye devrimci programına kazandırarak modernleşme tarihimizin zirvesini oluşturmuştur.

19. Türkiye’de devrimcilik, 60’lı yılların sol yükselişinin temsil ettiği dördüncü dalgada ilk üç aşamanın programatik unsurlarının da zeminini ve niteliğini yeniden tanımlayan ana unsur olarak işçi sınıfı mücadelesi ve iktidarı hedefinin ortaya çıkmasıyla emekçi karakter kazanmıştır. Günümüzün devrimci hareketi, dördüncü dalganın devamıdır. Dördüncü dalga, Türkiye modernleşmesinin iktidar deneyimi yaşamamış olan tek dalgasıdır.

20. Farklı modernleşme dalgalarının ortaya attığı problematikler vesilesiyle devrimin programı güncellenirken karşı devrimin programı açısından da benzer bir süreç yaşanmıştır. Tarihimizdeki ilerici ve devrimci kazanımların tümü birer yeni durum yaratırken karşı devrimin programı da kimi zaman devrimci dönüşümleri engelleme, kimi zaman da bu kazanımları ortadan kaldırma, aşındırma ya da bağlamından koparma hedeflerini içerecek biçimde güncellenmiştir. Günümüzün devrimci görevi, dört modernleşme dalgasının birikiminden ve 20 yılı aşkın süredir devam eden AKP’nin karşı devrimiyle mücadeleden yeni bir devrimci strateji türeterek devrimin programını emekçi halkın örgütlü mücadelesiyle iktidara taşımaktır. Karşı devrimin Cumhuriyet’i devletten tasfiye ettiği günümüz koşullarında sosyalistler; Türkiye modernleşme birikiminin bütününü içerip aşarak sahiplenme, bu birikimin en ileri ucunu temsil etme ve sosyalizm mücadelesini Cumhuriyetçi toplumsallığa öncülük ederek verme anlamında devrimci cumhuriyetçi bir siyasal kimlik taşımalıdır. 

  1. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti topraklarının önemli bir bölümünü yitirerek küçük bir bölgeye sıkışmış, başkentin işgal edilmesiyle birlikte egemenliğini fiilen yitirmiştir. Bu koşullarda Cumhuriyet devrimi, kurtuluş ve kuruluş şeklinde iki ayrı aşamada gerçekleşmiştir.
  2. Savaş sonrası koşullarda ülke sınırlarının Anadolu ve Doğu Trakya’ya daralması büyük bir güç ve etki kaybının yanında ahalinin etnik, milli ve dini çeşitliliğinin de azalması sonucunu doğurmuştur. İmparatorluk iddiasından vazgeçerek ulus-devlete geçişi dayatan bu durum, Balkan Savaşları sonucunda Balkanlardan çekilmek zorunda kalan Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda ise Arap vilayetlerini yitirmesinin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
  3. Kurtuluş ve kuruluş süreçlerinin lideri olarak öne çıkan Mustafa Kemal, kendisinden önceki modernleşme birikimini ve bölge denkleminde ortaya çıkan olanakları değerlendirerek devrimi zafere ulaştırmıştır. Cumhuriyet, kendisinden önceki modernleşme dalgalarının programatik kazanımları olan modern merkezi devlet inşası ile yurttaşlık ve halk egemenliğini onlardan çok daha ileriye taşıyıp bunlara emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesini de eklemiş, Türkiye modernleşmesinin zirvesini oluştururken Türkiye’de olası sosyalist kuruluşun maddi zeminini güçlendirmiştir.
  4. Kapitalizmin en yüksek aşaması olarak emperyalizm olgusu 20. yüzyıl itibariyle ortaya çıkmış ve I. Dünya Savaşı’na yol açmıştır. Kurtuluş ve kuruluş aşamalarıyla Cumhuriyet devrimi, kapitalizmin emperyalist aşamaya geçtiği bir bağlama doğmuştur ve devrimin önder kadroları, emperyalizm olgusu karşısında nesnel olarak ilerici bir tutum sergilemiştir.
  5. Cumhuriyet deneyimi, kurucu kadroların İttihatçıların yıkımla sonuçlanan maceracılığından gerekli dersi almış olmaları ve tarihteki ilk sosyalist ülke olan Sovyet Rusya’nın varlığı sayesinde anti-emperyalist bir karakter kazanmıştır. Osmanlı bakiyesi bir ulus-devlet olarak kurulacak Türkiye’nin öngörülen topraklarında işgalcilere karşı direnme eğilimindeki güçleri tek çatı altında birleştiren ve işgalcilere teslim olan Osmanlı sarayından kalan iktidar boşluğunu dolduran Kuvayı Milliye hareketi, uluslararası işçi sınıfı hareketi adına emperyalizmle uzlaşmaz karşıtlık içinde olan Sovyet liderliğinin çok boyutlu desteğini de kazanarak kurtuluş mücadelesini başarıya ulaştırabilmiştir. Emperyalizm karşısında kararlı ve tutarlı bir denge unsuru olarak Sovyet faktörü, bağımsız bir ülke olarak Türkiye’nin varlık zemini bulmasında pay sahibi olmuştur.
  6. Sovyet varlığının şekillendirdiği denge ve kurtuluş mücadelesi bağlamında Türkiye’de sosyalist hareketin de temeli atılmıştır. Bolşevizmi doğrudan gözlemleme olanağı bulan Mustafa Suphi dahil Rusya’daki savaş esirleri, Batılı ülkelerde eğitim görürken Marksist klasiklerle tanışan Şefik Hüsnü dahil aydın kadrolar ve Anadolu’da işgale karşı direniş hareketlerinde yer alan sosyalizan unsurların bir araya gelmesiyle Doğu Halkları Kurultayı’nı takiben 10 Eylül 1920’deki Bakü Kongresi’yle Türkiye Komünist Partisi kurulmuştur.
  7. Türkiye’nin ilk Bolşevik partisi olan TKP, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesini sosyalizme geçişle taçlandırma hedefiyle yola çıkmış, Türkiye’de sosyalist hareketin siyasal mücadelenin göbeğinde ve ülkenin varlık mücadelesinin organik bir parçası olarak doğmasını sağlamıştır. Mecliste ve kurtuluş mücadelesi içinde kayda değer bir etkiye sahip olmakla birlikte lider kadrolarının siyasi cinayetle tasfiyesi sonucunda kurtuluş ve kuruluş süreçlerinde öncü güç haline gelemeyen TKP, Kurtuluş Savaşı’nın ardından siyasal ve toplumsal etkisini yitirmekle birlikte aydınlar arasında karşılık bulmaya devam etmiş, sosyalist hareketin 1960’lı yıllardaki yükselişine de katkıda bulunacak olan değerli bir kadro birikimi yaratmıştır.
  8. Osmanlı bakiyesi coğrafyada hak iddia etmenin gerçekçi olmadığını kavrayan Mustafa Kemal liderliği, Türkiye’nin egemenliğini ve güvenliğini esas alan “Yurtta barış dünyada barış” politikasıyla ülkemizi tehlikeli çatışmalardan ve emperyalist provokasyonlardan uzak tutmuştur. Türkiye’nin egemenlik hakkına uluslararası statü kazandıran Lozan Anlaşması’nı takip eden dönemde Musul ve Hatay’ın Türkiye’ye katılmasına yönelik girişimlerde askeri gerilimden kaçınılması da bu politikanın gereği olmuştur. Sovyetler Birliği’yle kurulan dostluk, “Yurtta barış dünyada barış” politikasının nesnel olarak anti-emperyalist yönünün güçlenmesini sağlamıştır.
  9. Kurtuluşu izleyen kuruluş döneminde Saltanat ve Hilafet’i kaldırarak Osmanlı düzenine resmen son vermenin yanı sıra ikili iktidar durumunu ortadan kaldıran, iktidarı halkın yönetim organı olarak meclise devreden, eğitim ve hukuk alanlarında dini kurumları kaldırarak laik ve modern kurum ve kuralları esas haline getiren, daha kapsamlı bir anayasayı yürürlüğe sokan, ulaşım ve iletişim altyapısını geliştiren ve ulusallaştıran Cumhuriyet deneyimi, döneminin en radikal devrimlerinden biridir. Cumhuriyet’in getirdiği yenilikler, modern merkezi devlet inşasını hızlandırmanın yanı sıra yurttaşlık fikrini güçlendirmiş, geniş halk kesimlerinin siyasete katılımının zeminini olgunlaştırmıştır.
  10. Cumhuriyet’in dinsel ideoloji ve onun kurumlarına yönelik kısıtlamaları, liberal paradigmanın “baskıcılık” eleştirisinin aksine halkı özgürleştirmiştir. Halkı edilgenleştirip baskı altına alan, kişilerin kendilerini eşit haklara sahip yurttaşlar değil tebaa ve kul olarak görmelerini öngören bu kurumların etkisinin kırılması yurttaşlık fikrinin taban bulmasını, yurttaşlaşan insanların siyasal ve toplumsal yaşantıya daha fazla katılmalarını sağlamıştır. Salt biçimsel açıdan bakıldığında “baskıcı” diye nitelenen bu uygulamalar, Türkiye’de özgürlüklerin alanının genişlemesine ve fiilen kullanılır olmasına hizmet etmiştir.
  11. Cumhuriyet döneminde kadın hak ve özgürlüklerinde sağlanan ilerleme de yurttaşın yaratılmasına katkıda bulunmuştur. Kadın-erkek eşitliğini öngören bir yasal çerçeve oluşturup kadınların ekonomik, sosyal ve siyasal hayata katılımını teşvik eden Cumhuriyet deneyimi, bu özellikleriyle özgürlükçü ve özgürleştirici bir süreç olmuştur.
  12. Yerli bir sermaye sınıfı yaratma ve bu sınıfa dayalı bir kapitalist kalkınma yolunu tercih eden Cumhuriyet, Türkiye’de kapitalizmin gelişimini hızlandırmıştır. Ülkemizde kapitalist ilişkilerin zayıflığı ölçüsünde feodalizmden kapitalizme geçiş işlevi gören ve dolayısıyla ilerici nitelikte olan bu tercih, Türkiye’de sosyalizme geçişin maddi zemininin de güçlenmesi anlamına gelmiştir. Ancak kapitalistleşme tercihinin Sovyet Devrimi ile açılan sosyalist devrimler çağında yapılmış olması, işçi sınıfı mücadelesi ve iktidarına karşıtlık içerdiği ölçüde Cumhuriyet deneyiminin devrimciliğini çelişkili ve eksikli hale getirmiştir.
  13. Siyasi bağımsızlığı korumak için ekonomik bağımsızlığın şart olduğunu kavrayan Cumhuriyet, 1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresi ile liberal bir ekonomik modele meyletmekle birlikte kapitülasyonları kaldırıp denizcilik, demiryolları, madencilik gibi kritik sektör ve altyapı unsurlarında ulusallaştırmaya giderek ekonomik bağımsızlığı sağlamayı hedeflemiştir. 1929 Buhranı’yla birlikte tüm dünyayı saran ekonomik krizin etkilerinden korunmak için devletçiliğe geçilmesi ise ekonomik bağımsızlığı güçlendirmiş, Türkiye ekonomisinde SSCB’nin planlama modelinden esintilerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
  14. Devletçi ekonominin gereği olarak 1934’te yürürlüğe giren Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda Sovyet sosyalizminden kısmen esinlenilmiştir ve plan kapsamında yapılan sanayi atılımı, SSCB’nin teknik ve mali yardımlarıyla mümkün olabilmiştir. Türkiye’de devletçi ekonomiye geçiş, kapitalist karakter taşımakla birlikte Sovyet faktörünün Cumhuriyet deneyimini ileri çektiği örneklerden biridir ve geleceğin sosyalist Türkiyesi için referans alınabilecek bir birikim yaratmıştır.
  15. Kurtuluş mücadelesi sırasında Türkiye’ye dost elini uzatan Sovyet sosyalizmi, emperyalizm çağında Türkiye’nin varlık zemini bulmasını sağlamış ve Türkiye’nin Cumhuriyet deneyimini ileri çekmiştir. Bu bağlamda Türkiye’de devrim ve sosyalizm düşmanlığı, gericilik ile eş anlamlı olmuştur.
  16. Türkiye’nin Cumhuriyet deneyimi, Türkiye’de devrim programının yaslanacağı dört temel unsurdan üçü olan modern merkezi devlet inşası, yurttaşlık ve halk egemenliği ve emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi bakımından tartışmasız olarak ilerici ve devrimci karakter taşımaktadır. Burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle kapitalist yolu tercih eden ve yine aynı nedenle dördüncü temel programatik unsur olan işçi sınıfı mücadelesi ve iktidarına karşıtlık içinde olan Cumhuriyet, bu karşıtlığını Türkiye toplumunun “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle” olduğu teziyle gerekçelendirerek işçi sınıfı siyaseti ve ideolojisini mahkum etmiş, bunun sonucunda gericiliğin kökünü kurutmakta başarısız olmuş, Cumhuriyet düşmanlarına zorunlu olarak taviz vermiştir. Yine bu tercih doğrultusunda işçi sınıfının ekonomik ve politik mücadele örgütleri olan sendikalar ve sosyalist partilerin kuruluşuna engel olunması ve işçi sınıfı temelli örgütlenmelerin önünün kesilmesi, işçi sınıfını zayıf düşürdüğü ölçüde Cumhuriyet’i savunmasız bırakmıştır.
  17. Türkiye’yi yönetenler II. Dünya Savaşı’nın yol açtığı çalkantılarla birlikte Sovyet dostluğu politikasında yalpalamaya başlamış, emperyalist-kapitalist sistem ile reel sosyalizm deneyimi arasındaki mücadelenin damgasını vurduğu 1945 sonrası dönemde ise tercihlerini açıkça ABD emperyalizminden yana yapmışlardır. Özellikle DP iktidarı döneminde Kore Savaşı gibi emperyalist operasyonlara katılım, NATO üyeliği, devrimlerle yurtsever hükümetlerin göreve geldiği bölge ülkelerine karşı düşmanlık gibi ülkemizin onurunu zedeleyen sonuçları olan bu tercih sadece bağımsızlıkçılıkta değil, laiklikte ve dolayısıyla yurttaşlık ve halk egemenliği düşüncesinde de gerilemeye yol açmıştır. Sovyet varlığının ileri çektiği Cumhuriyet, ülkenin rotası emperyalizme doğru çevrildiği ölçüde her anlamda gerilemiştir.
  18. Tanzimat ve Meşrutiyet dalgalarının yarattığı birikim ve Sovyet varlığının oluşturduğu dengede varlık zemini bulan Cumhuriyet, zirvesini oluşturduğu Türkiye modernleşme dalgalarının iktidar deneyimi yaşamış son uğrağıdır. Cumhuriyet başta olmak üzere önceki modernleşme birikimini sosyalist düşünce zemininde ele alıp Türkiye ilericiliğinin temel problematiklerini sosyalist bir çerçeveye yerleştiren 60’lar sol yükselişi, iktidar deneyimi yaşayamamış olmanın eksikliğiyle maluldür.
  1. 1950’li yıllarda işbirlikçi ve gerici Demokrat Parti (DP) iktidarının Cumhuriyet düşmanlarına verdiği tavizler ve giderek bir diktatörlük rejimine evrilmesi halk arasında hoşnutsuzluğu artırmış, aydınların ve üniversite gençliğinin yükselttiği DP karşıtı muhalefet giderek sivil ve askeri bürokraside de karşılık bulmaya başlamıştır. 27 Mayıs 1960’ta askeri müdahaleyle DP’yi deviren Milli Birlik Komitesi (MBK), tüm bu muhalefet dinamiklerinin yarattığı birikime yaslanan ve bu dinamiklerden kısmen etkilenen bir genç subay hareketi olarak ortaya çıkmıştır.
  2. Yüzü sola dönük yurtsever subayların yanı sıra Alparslan Türkeş’in başını çektiği aşırı sağcı 14’ler grubu ve liberal unsurların da bulunduğu heterojen bir hareket olan MBK’nın toplumda DP’ye karşı yükselen tepkinin basıncını hissederek yeni dönemi tasarlamak için DP karşıtı demokrat aydınlardan fikri destek arayışına girmesi, Türkiye’nin 1960’lı yıllarda demokratik ve özgürlükçü bir döneme girmesini sağlamıştır. Bu tablo, Türkiye’de sosyalist hareketin yeniden kuruluşu için elverişli bir ortam yaratmıştır.
  3. Dönemin ilerici aydınlarının etkisiyle 1961’de ilerici ve demokratik bir anayasa yürürlüğe girmiş, gerek anayasanın kendisi gerekse hazırlandığı siyasal ortam sayesinde sosyalistlerin sözünün siyasal ağırlığının arttığı ve geniş kitlelere ulaşabildiği bir dönem açılmıştır. 1960’lı yıllarda açılan dönem, Türkiye’de sol açısından verimli bir siyaset zemini sunmuştur. Dönemin TKP kökenli kadroları, öne çıkan işçi, gençlik ve aydın dinamikleriyle harmanlanarak sosyalist hareketin yeni politik mücadele gündemleri ve yeni kadro kaynaklarıyla yeniden kuruluşuna katkıda bulunmuştur.
  4. Siyasal katılımı artıran örgütlenme ve ifade özgürlüğünün genişlemesi, Milli Bakiye sistemi ve çift meclisli siyasal sistemin yanı sıra üniversite ve TRT gibi önemli kurumların özerkliği ve Anayasa Mahkemesi’nin kurulması yoluyla yürütme organının yetkilerinin sınırlandırılması ve özerk bir kurum olan Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) kurulması yoluyla planlama fikrine anayasal dayanak kazandırılması gibi gelişmeler Türkiye için ilerici kazanımlar olmuştur. Bu kazanımlar sosyalizmin siyasal ve ideolojik meşruiyetini artırmış, sosyalistlere etkili politik mücadele başlıkları sunmuştur.
  5. 1960’lı yıllarda ortaya çıkan olanakları farklı unsurlarıyla iyi değerlendiren sosyalist hareket, Cumhuriyet başta olmak üzere Türkiye modernleşmesinin genel birikimiyle “içerip aşma” hedefine yönelik verimli bir ilişki kurmuş ve bağımsızlık, kalkınma, anayasa gibi temalar etrafında bir siyasal canlanma yaşamıştır. Bu siyasal canlanma sayesinde sosyalist hareket; ülkenin siyasal gündemlerine sosyalist ideoloji ve siyasete dayalı yanıt verebildiği, Cumhuriyetçiliğin organik bir parçası ve en ileri unsuru haline gelebildiği ve toplumsal tabanını genişletebildiği ölçüde siyasal alana girebilmiştir. Sosyalist hareket bu sayede iktidar alternatifi ve devrimciliğin tek temsilcisi haline gelerek Türkiye modernleşmesinin dördüncü dalgasını yaratmıştır.
  6. Sosyalistlerin temsil ettiği dördüncü modernleşme dalgası Türkiye’de ilericiliği daha tam ve daha tutarlı hale getirmiş, ancak iktidar deneyimi yaşayamamıştır. 60’lı yılların sol yükselişinin biriktirdiği mücadele deneyimi, iktidar deneyimi eksikliği yüzünden kesintiye uğramış olsa da güncelliğini korumaktadır.
  7. 1960’lı yıllarda Türkiye solu üç ana damar olarak TİP, Dev-Genç ve Yön/Devrim hareketinin öne çıktığı, toplumsal taban olarak ise işçi sınıfı, gençlik ve aydınlara dayalı bir yükseliş deneyimlemiştir. Aralarında kayda değer siyasal ve ideolojik ayrılıklar bulunmakla birlikte bu ana damarların üçü de Cumhuriyet başta olmak üzere Türkiye modernleşme birikimiyle pozitif bir ilişki kurmuştur.
  8. Türkiye solunun bağımsızlık, kalkınma ve anayasa temaları etrafındaki siyasal canlanması devrim ve sosyalizm hedefinin geri çekilmesine değil, tersine bu temalar ve bunlarla ilişkili siyasal gündemlerin devrim sorununa bağlanmasına dayalı olmuştur. 1960’lı yıllarda Türkiye solu güncel sorunları olası devrim stratejileri bağlamında ele alarak devrim fikrine yaklaşmış, iktidar perspektifi kazanmıştır.
  9. 60’lı yılların sol yükselişi, Türkiye’de sosyalist hareketin bütününün Cumhuriyet mirasıyla yapıcı bir ilişki kurarak ondan daha ilerisini hedeflediği, bu mirasla en sağlıklı ilişki kurduğu uğrak olmuştur. Sonraki dönemlerde Cumhuriyet deneyimi ve Kemalizme yönelik sosyalist eleştirinin “Cumhuriyet mirasını içerip aşma” ilişkisinden çıkarılarak “Kemalizmle hesaplaşma” niteliğine büründürülmesi Türkiye sosyalist hareketinin Cumhuriyetçi niteliğini zedelemiş, bununla eş anlamlı olarak sosyalistleri siyasal alandan ve iktidar hedefinden uzaklaştırmıştır.
  10. Cumhuriyet mirasıyla sosyalizm arasındaki birbirini besleme ilişkisi emperyalist merkezler ve sermaye sınıfı temsilcilerince de görülmüş, sosyalist hareketin önünü kesmek adına Cumhuriyet düşmanı Türk-İslam sentezcilere alan açılmıştır. 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren Türkeş liderliğindeki milliyetçi hareketin İslamcılaşması, Kanlı Pazar başta olmak üzere solu hedef alan kontrgerilla provokasyonlarında dinci gerici militanların öne çıkması, 12 Mart ve 12 Eylül darbecilerinin sosyalistlere yönelik adli ve polisiye önlemlerle yetinmeyip 1961 Anayasası’nın kazanımlarını hedef almaları ve devlet kurumlarındaki Cumhuriyetçi birikimi zayıflatıp buraları Cumhuriyet düşmanı kadrolara teslim etmeleri bunun örnekleri arasındadır.
  11. Türkiye solunun örgütsel haritası büyük ölçüde 60’lı yılların sol yükselişi esnasında şekillenmiş, bu dönemde ortaya çıkan ana damarlara dayalı olarak gelişmiştir. Bu ana damarlar, önceki dönemlerden gelenlerin yanı sıra bu dönemde yetişen kadroların da katkılarıyla kendi siyasal ve ideolojik çerçevelerine sahip müstakil siyasal ve örgütsel varlıklar haline gelmişlerdir. Günümüz devrimci hareketi Türkiye modernleşmesinin dördüncü dalgasının devamıdır ve günümüzün devrimci görevi, bu dalgaya iktidar deneyimi yaşatmaktır.
  1. 1971’deki 12 Mart müdahalesinin durduramadığı 60’lar sol dalgasının önünün kesildiği uğrak, Amerikancı generaller tarafından yapılan 12 Eylül darbesi olmuştur. 1980 yılında ABD’nin açık desteğiyle yapılan 12 Eylül darbesi, Türkiye’nin aydınlık yarınını temsil eden sosyalist hareketin önünü kesmenin yanında emeğin haklarının ve kamucu kazanımların tasfiyesini öngören neoliberal ekonomik modele geçişi de hedefleyen bir operasyon olmuştur.
  2. 12 Eylül’ün hedefleri arasında yer alan neoliberalizme geçiş hedefinin çerçevesi, aynı yıl Demirel hükümetince ilan edilen 24 Ocak Kararları ile ortaya konulmuştur. Sermaye sınıfının işçi sınıfına şiddetli saldırısı anlamını taşıyan 24 Ocak Kararları’nın arkasındaki en önemli iki ismin Türkiye’de sağ siyasetin en önemli figürlerinden olan dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ile DPT Müsteşarı Turgut Özal olması, sağcılığın emek düşmanı karakterinin en net örneklerindendir.
  3. 12 Eylül, temel hak ve özgürlükler ile hukuku askıya alarak sosyalist hareketin üzerine şiddetle gitmiş; cinayetler, işkenceler ve devrimciliği suç sayan yargılamalarla sosyalist hareketin gücünü azaltabilmiştir. Bu süreç, tek tek sosyalist çevrelerin ve bütün olarak sosyalist hareketin siyasi faaliyetlerinin kesintiye uğratılması ve zayıflatılmasının ötesinde devrimciliğin kriminalize edildiği, toplumsal meşruiyetinin azaltılabildiği bir uğrak olarak sermaye sınıfı adına başarılı bir operasyon, emekçi halk adına ise yenilgi anlamına gelmiştir.
  4. Solun tasfiyesi ve neoliberalizme geçiş hedefleriyle koşullanan 12 Eylül, bunun doğrudan sonucu olarak Cumhuriyet mirasını da tahrip eden bir operasyon olmuştur. Gerici hedeflerine uygun olarak devlet kurumlarını sadece sosyalistlerden değil, yüzü sola dönük olan ilerici, aydın kadrolardan da arındırarak Cumhuriyet düşmanlarıyla doldurmuş, Türk-İslam sentezini hakim paradigma haline getirmiştir. 12 Eylülcülerin ilericiliğin her türlüsüne yönelik nefretinin ürünü olan bu politika, Türkiye’de dinci gericiliğin güçlenmesine ve toplumsal meşruiyetinin de artmasına yol açmıştır.
  5. 12 Eylül darbesinin belirlediği koşullarda yapılan 1983 seçimleriyle başlayan ANAP iktidarı, 12 Eylül çizgisinin sivil bir hükümet eliyle daha da tahkim edildiği bir dönemi başlatmıştır. Turgut Özal’ın Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak liderlik ettiği bu dönemde Türkiye’de anayasal sınırlar zorlanarak özelleştirmeler başlamış, uluslararası mali piyasalara entegrasyonu ilerleyen Türkiye yabancı tekellerin talanına daha fazla açılmış, emeğin hakları gasbedilmiş, dinci gericiliğe ve tarikatlara hükümet desteği artmış, kural ve kanunların hükümet ve bürokratlar eliyle çiğnenmesi normalleşmiş, dış politikada askeri boyutu da olan maceralar için zemin yoklanmış, bölgedeki ABD operasyonlarında taşeronluk için cüretkar adımlar atılmıştır. Türkiye’nin kamucu, aydınlanmacı ve bağımsızlıkçı birikiminin ağır darbe aldığı ANAP iktidarı dönemi, 12 Eylül’ün mantıksal sonucu olmanın yanında 2000’li yıllardan itibaren AKP iktidarınca daha da pervasızca uygulanacak gerici bir müktesebat yaratmıştır.
  6. 1991’de SSCB’nin çözülmesi Türkiye’yi varlık zemininin önemli bir bileşeninden mahrum bırakmış, Türkiye’nin dünyadaki rolü ve misyonu bakımından da belirsizlik yaratmıştır. Bu dönemde sermaye iktidarlarının Türkiye’ye Kafkaslar ve Türki cumhuriyetler eksenlerinde yeni rol tanımlama çabaları sonuçsuz kalmış, Türkiye’nin rotasız kaldığı bu koşullar altında 90’lı yıllar derin bir belirsizlik dönemi olarak geçmiştir.
  7. Sovyet varlığının ortadan kalkması dünya genelinde bir gericilik dalgasına yol açmış, o dönemde 12 Eylül’ün yıkıcı etkisini yaşamakta olan Türkiye bu gericilik dalgasının en şiddetli yaşandığı ülkelerden biri olmuştur. 12 Eylül çizgisinin mantıksal sonuçlarına ulaştığı 90’lı yıllarda dinci gericilik Türkiye’nin en güçlü siyasi odağı haline gelmiş, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere pek çok büyükşehir belediyesini kazanmanın yanında Başbakanlık makamını da elde edebilmiştir.
  8. Türkiye’de Kürt sorunu, 80’li ve 90’lı yıllarda düzen açısından önemli bir kriz dinamiği haline gelmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki silahlı ayaklanmaların bastırılmasının ardından büyük ölçüde görmezden gelinerek ötelenen Kürt sorunu, 12 Eylül koşullarında Türkiye’nin sınırlarını da aşan silahlı bir boyut kazanmıştır. Bu dönemde sorunu asıl olarak silahla çözme denemeleri başarıya ulaşmamış, Abdullah Öcalan’ın ABD’nin de desteğiyle yakalanmasını izleyen birkaç yıldaki durulma dışında askeri ve siyasi boyutlarıyla Kürt sorunu çözümsüz kalmıştır. Üstelik Kürt sorununu silahla çözme denemeleri kapsamında hukuk dışı yöntemler ve mafya-çete unsurlarının kullanılması normalleşmiş, uluslararası silah ve uyuşturucu kaçakçılığı dahil her türden pisliğe bulaşan kadrolar devlete yuvalanmıştır.
  9. İktidara gelen Refah Partisi’nde (RP) ve tarikatlarda cisimleşen dinci gericiliğin ve 1996’daki Susurluk kazasıyla mafyalaştığı afişe olan kontrgerillanın kontrolden çıkması düzen adına bir kriz başlığı haline gelmiş, Genelkurmay’ın 1997’deki 28 Şubat hamlesi de aşırılıkları törpüleyerek Türkiye’yi normalleştirme denemesi olarak gündeme gelmiştir. Türkiye’nin kangren olmuş sorunlarının ana nedeni olan Amerikan ekseninden çıkma ufkuna hiç sahip olmayan ve buna bağlı olarak gericiliğin kaynaklarını kurutmaktan geri duran 28 Şubat paradigması kaçınılmaz biçimde sonuçsuz kalmış, birkaç yıl içinde kesintiye uğrayarak dinci gericiliğin yeni ve daha rafine bir proje olarak AKP eliyle daha da güçlenerek iktidara gelmesi dışında bir sonuç vermemiştir.
  10. 2001 krizinin ardından dönemin Dünya Bankası (DB) Başkan Yardımcısı Kemal Derviş’in apar topar Ekonomi Bakanı yapılmasıyla Türkiye ekonomisinin dümeni doğrudan ABD’ye teslim edilmiş, Türkiye’nin neoliberal dönüşümü dış müdahaleyle hızlandırılmıştır. Emeğin hakları gasbedilmiş, stratejik sektörlerde özelleştirme saldırısı için düğmeye basılmış ve enerji, alkollü içecekler, tütün, şeker gibi bir dizi önemli sektör ve ürün halkın denetimine açık olmayan üst kurullara teslim edilmiş, tarımın tasfiyesi için ilk adımlar atılmıştır. 2001 krizinin yarattığı sarsıntıyla meşrulaştırılan bu saldırılar, gerek halkın hızla yoksullaştığı ekonomik kriz ile kriz sonrasının “kemer sıkma” politikalarının ihalesinin tamamen Ecevit hükümetine kalmasına yol açarak gerekse sonraki dönemin iktidarına uygulanabilir bir neoliberal dönüşüm programı bırakarak AKP’nin emek düşmanlığı için koşulları hazırlamıştır.
  11. 80’li ve 90’lı yıllar, Türkiye solu açısından da önemli değişikliklere yol açmıştır. 11 yıl arayla gerçekleşen 12 Eylül ve SSCB’nin çözülüşü sol açısından iki büyük travma olmuş, bu dönemlerde sola uygulanan yoğun şiddete ek olarak nesnel koşulların ciddi ölçüde değişmiş olması, solun üzerinde durduğu zemini kaydırmıştır. 12 Eylül’ün baskı ve işkencelerinin travmatik etkisine ek olarak Kürt siyasal hareketinin güçlenmesi ve dinci gerici yükselişin Türkiye’nin siyasal-ideolojik haritasında kaymalara yol açması Türkiye solunun ülkeye aidiyetini sarsmış, Cumhuriyet mirasıyla ve Türkiye toprağıyla bağını koparmış, bununla eş anlamlı olarak iktidar iddiasından vazgeçmiş bir solculuk türü etki kazanmıştır.
  12. 90’lı yıllarda solun öncülük ettiği emek ve gençlik hareketleri kitleselleşebilmiş, kayda değer deneyimler ortaya çıkmıştır. Ancak yine 90’lı yıllar gerek geçmişin devrimci kadrolarının liberalleşmesi gerekse yeni sol liberal odakların etki kazanmasıyla birlikte Türkiye solunda kimlik siyaseti ve liberal eğilimlerin güç kazandığı, iktidar perspektifinin ve geçmişin devrimci deneyimlerinin solculuk adına mahkum edildiği bir dönem olmuştur. Sola sirayet eden liberalizm etkisi, kitleselleşen emek ve gençlik hareketlerine de zarar vermiştir.
  1. Sermaye sınıfı, emperyalist merkezler ve gerici öbeklerin kuşatmalarıyla kazanımları aşındırılıp devrimci niteliğinden soyutlanan Cumhuriyet, 2000’li yıllarda yeni bir tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır. 2002 yılında AKP’nin tek başına iktidara gelmesiyle birlikte Cumhuriyet tarihinde ilk kez onun kazanımlarından hoşnutsuz olmanın ötesinde Cumhuriyet’i ortadan kaldırmayı hedefleyen bir unsur siyasal iktidarın tek sahibi haline gelmiştir. Bu durum, ilericilik-gericilik saflaşmasında da yeni bir aşamayı temsil etmiştir.
  2. AKP iktidarı, karşı devrim için iç ve dış koşulların olgunlaştığı ve çakıştığı bir uğrağa denk gelmiştir. SSCB’nin çözülüşüyle birlikte dünyada denge gericilik lehine bozulurken Türkiye’nin varlık zemininin önemli bir unsuru ortadan kalkmış, ABD emperyalizmi ise Afganistan’ın ardından Irak’ı işgal hazırlıklarına hız vererek Türkiye’nin yakın coğrafyasında dengeleri yeniden kurmak için doğrudan müdahaleler dönemini başlatmıştır. İçeride ise özellikle 12 Eylül’den itibaren hız kazanan komünizmle mücadele konseptinin yarattığı birikime yaslanarak güçlenen dinci gerici örgütlenme Refah Partisi (RP) deneyiminden çıkardığı dersle kendini yenilemiş, gerek ABD-AB emperyalizmiyle gerekse Türkiye’de sermaye sınıfı ve devlet içindeki hakim unsurlarla daha uyumlu bir proje olarak AKP’yi kurmuş Ayrıca 2001 kriziyle birlikte düzen siyasetinin ana akım partileri yıkıma uğramış, ABD tarafından hükümete monte edilen Kemal Derviş eliyle neoliberal dönüşüm büyük ölçüde hızlanmıştır. AKP, bu iç ve dış koşullarla tam uyumlu ve sistemin gerekliliklerini eksiksiz olarak yerine getirmeye talip bir siyasi proje olarak ortaya çıkmıştır.
  3. AKP iktidarı altında Cumhuriyet’in tüm kazanımları devletten silinmiş, bir karşı devrim süreci yaşanmıştır. AKP iktidarı döneminde önce hükümete bağlı devlet kurumları, ardından da sırasıyla Cumhurbaşkanlığı, üniversiteler, yargı ve ordu Cumhuriyet düşmanı kadrolar tarafından ele geçirilmiştir. Bununla paralel olarak devlet işleyişinde laiklik fiilen devre dışı bırakılmış, tüm idari süreçlerde kamusal ve hukuki denetim ortadan kaldırılmış, ekonomide kamusal varlıklar ile kamucu kazanımlar tasfiye edilmiş, ekonomi ve başka sahalarda Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığı derinleşmiş, Türkiye dış müdahaleler karşısında daha korunmasız hale getirilmiştir.
  4. Milli Görüş kökenli AKP, bu geleneğin görece mesafeli ve rekabet halinde oldukları da dahil tüm cemaat ve tarikatları kapsayarak Türkiye’de dinci gericiliğin neredeyse tüm odaklarını tek çatı altında toplamış, Türkiye’yi bir cemaatler ve tarikatlar koalisyonu olarak yönetmeyi tercih etmiştir. Bu tercih doğrultusunda tüm kamu kurumlarında gerici kadrolaşmaya gidilmiş, kurumlar tarikatlar arasında paylaşılmış, eğitim gericileştirilmiş ve niteliksizleştirilmiş, siyasal ve toplumsal hayat dinsel ideolojinin kuşatması altına alınmıştır.
  5. Kemal Derviş’in başlattığı neoliberal dönüşümü sürdüren AKP iktidarı emeğin kazanımlarını ve sosyal hakları törpülemiş, Cumhuriyet tarihinin en büyük çaplı özelleştirmelerini yaparak kamusal varlıkları tasfiye etmiş, sermaye sınıfının bütününe büyük avantajlar sağlarken özel olarak kendi yandaş sermayesini kayırmaya yönelik bir soygun ve yağma ekonomisi yaratmıştır. Stratejik sektörler dahil pek çok alandan kamunun çekildiği, yabancı sermaye ağırlığının çok arttığı, Türkiye’nin petrol zengini Körfez ülkelerinden gelecek para akışına bağımlı hale getirildiği, tarım ve hayvancılığın çökertildiği bu dönemde Türkiye ekonomisi çok daha kırılgan ve dışa bağımlı hale gelmiştir. Patronlar Türkiye’nin elinin kolunun bağlanması pahasına servetlerini büyütürken emekçiler gitgide yoksullaştırılmıştır.
  6. Dış politikada Cumhuriyet’in “Yurtta barış dünyada barış” ilkesini tamamen reddeden AKP iktidarı bölge ülkelerine yönelik emperyalist saldırılarda hep aktif rol almak için çabalamış, pek çok örnekte emperyalizmin taşeronluğunu yaparak komşu halkları Türkiye’ye düşmanlaştırmış, fetih düşleriyle doğrudan işgaller yapıp cihatçı örgütleri destekleyerek Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atmıştır. Kimi dönemlerde tek taraflı olarak ABD-AB blokunun taşeronluğunu ve tetikçiliğini yaparken kimi dönemlerde ise ABD ile Rusya arasında salınan AKP hükümetleri her durumda Türkiye’yi tehlikeli oyunların içine sokmuş, Türkiye’yi olası dış müdahalelere daha açık ve daha savunmasız hale getirmişlerdir.
  7. AKP iktidarının ilk yıllarında demokratikleşme ve dünyaya açılma kılıfıyla sunulan AB uyum süreci, farklı söylemlerle de olsa maceracı ve işbirlikçi anlayışın ürünü olarak gündeme gelmiştir. Bu dönemde Cumhuriyet düşmanlığını Batıcı ve vizyoner bir ambalaja saran AKP, Türkiye’yi dönüştürerek onun dünyadaki rolünü yeniden tanımlama doğrultusunda mesafe kat etmiş, İslamcı niteliğinden hoşnut olmayan devlet içindeki hakim unsurlarla ABD-AB yandaşlığı ortak paydasında buluşarak zaman kazanmıştır. AKP’nin bu yıllarda denediği Kürt açılımı da bu bağlama oturmuştur.
  8. AKP’nin Kürt politikasında birbirini takip eden “demokratik açılım,” “barış süreci” ve savaş dönemleri, çelişkili görünmekle birlikte AKP’nin karşı devrimci ajandası bakımından tutarlılığa sahiptir. İlk döneme Türkiye’yi emperyalist merkezlerin beklentileri doğrultusunda dönüştürme hedefi damgasını vururken ikinci dönemde dönüştürülen Türkiye fetihçi maceralara sürüklenmiş, son dönemde ise fetihçilik hayallerinin suya düşmesi üzerine ABD ile Rusya arasında salınarak yapılan tehlikeli hamlelerle gün kurtarılmaya çalışılmıştır. AKP’nin karşı devrimci hedeflerinin belirleniminde şekillenen bu politikaların hiçbiri halk yararına bir sonuç doğurmamıştır.
  9. Cumhuriyet’in 100. yılına girilirken Türkiye, Ortadoğu’da bataklığa batmıştır. Bilhassa Suriye’de sürdürülebilirliği olmayan gerilimlere taraf olan AKP iktidarı, komşumuz Suriye’yi çöküşe sürüklerken Türkiye’yi de göçmen kriziyle karşı karşıya bırakmıştır. Suriyeliler başta olmak üzere milyonlarca sığınmacı ve mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye ekonomik ve sosyal yönlerden kaldıramayacağı bir yükün altına girmiştir.
  10. AKP iktidarının gerçekleştirdiği karşı devrimci dönüşüm, aynı zamanda yargının sopa olarak kullanıldığı bir tasfiyeler silsilesidir. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Devrimci Karargah gibi sembol davalarla AKP karşıtı muhalefet sindirilmeye çalışılırken başta TSK olmak üzere devlet kurumları bu davalarla karşı devrimin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden dizayn edilmiştir. Bu davalarda Fetullahçı yargı ve Emniyet mensupları aktif rol almış, siyasi davalarda koçbaşı görevi üstlenen Gülen cemaati, tasfiye edilenlerden boşalan yerlere de büyük ölçüde kendi kadrolarını yerleştirerek devletin pek çok önemli kademesini ele geçirebilmiştir.
  11. 12 Eylül 2010 referandumu, devlet kurumlarının yeniden dizaynı ve Fetullahçı kadrolaşmanın kritik uğraklarından biri olmuştur. Söz konusu dönemde AKP’yi destekleyen Yetmez ama Evetçi liberal çevrelerin bile isteye alet olduğu “darbelerle hesaplaşma” propagandasıyla topluma sunulan anayasa değişikliği paketiyle yargının üst kademelerinin iktidar tarafından şekillendirilebilmesinin önü açılmış, yüksek yargı Fetullahçı çetenin kontrolüne girmiştir. 12 Eylül referandumunda “Hayır” yerine boykot kararı alan Kürt siyasal hareketinin de dolaylı desteğiyle yaşanan bu gelişme, karşı devrimin ihtiyaçları doğrultusunda işlev gören siyasi davaların önündeki hukuk engelini büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır.
  12. AKP iktidarının ilk 10 yılı aşkın dönemi Gülen cemaati ile ittifak halinde ve fiilen bir AKP-Cemaat koalisyonu olarak geçerken 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Fetullahçı yargı tarafından tutuklanmaya çalışılması ile bu iki ortak arasındaki gerilim ayyuka çıkmış, 2013’te 17-25 Aralık operasyonları ile birlikte iplerin koptuğu kesinleşmiştir. Bu durum, 10 yılı aşkın bir süre boyunca aralarında örgütsel rekabet olmakla birlikte ideolojik farklılık yok denecek kadar az olan iki ortak tarafından yürütülen karşı devrim sürecinin seyrini de etkilemiştir. 17-25 Aralık sonrası süreçte AKP-Cemaat çatışması belirleyici faktörlerden biri olmuş, karşı devrimci ajandasını geri çekmeyen AKP’yi de daha parçalı ve heterojen bir ittifak düzlemi kurmaya zorlamıştır.
  13. AKP iktidarı, yıkıcılıkta gösterdiği başarıyı kuruculukta gösterememiş, Cumhuriyet’i devletten tasfiye etmekte fazla zorlanmazken yeni bir rejim kurmakta ise yetersiz kalmıştır. Bu yetersizlikte, Haziran Direnişi’nin AKP’nin karşı devrimci ajandasına set çekmesine ek olarak bugün ana akımını AKP’nin temsil ettiği dinci gericiliğin düşünsel plandaki sığlığı da etkili olmuştur. Gelinen noktada karşı devrimci kadroların kritik mevkileri fethetmesiyle Cumhuriyet’in tasfiyeye uğratıldığı devlet çözülmüş, AKP iktidarı yeni bir rejim kurmayı beceremediği ölçüde çözülen devleti yeniden toparlayamayarak bir karşı devrim iktidarından ibaret kalmış, yalnızca suç ortaklığı, korku ve baskı ile ayakta kalabilen bir ucubeye dönüşmüştür.
  14. Devleti ele geçirme hedefiyle on yıllar boyunca eğitim kurumları oluşturup ele geçirilmesi hedeflenen devlet kurumlarını idare edecek insan kaynağını yetiştiren, bu insan kaynağını kritik görevlere yerleştiren ve dünya geneline yayılan faaliyetleri üzerinden hizmetinde olduğu emperyalist merkezlerle doğrudan ve güçlü bağlar kurabilen Gülen cemaatiyle girdiği çatışma, AKP’yi devleti yönetmek için ihtiyaç duyduğu büyük bir kadro kaynağından mahrum bırakmıştır. Bu tabloda ya çok yetersiz kadrolarla ya da kimi kritik siyasi başlıklarda fikir ayrılıkları olan unsurlarla yol almak zorunda kalan AKP’nin devleti yönetme ve toplumda rıza yaratma kapasitesi de daralmıştır.
  15. Kurum ve kurallar işlevsizleştirilerek tüm yetkilerin kağıt üzerinde tek kişiye bırakılmasını öngören ve 2017 referandumunda mühürsüz oylarla “Evet” sonucu çıkarılmasıyla resmiyet kazanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, AKP iktidarının yaşadığı tıkanıklığı Erdoğan’ı sınırsız yetkilerle donatarak aşma hamlesi olarak gündeme gelmiştir. Siyaseti tamamen Saray’a sıkıştırma amacını güden bu hamle, siyaset Saray’a sıkıştırılamadığı ölçüde iktidarın beklediği sonucu vermemiş, iktidar koalisyonunun parçası olan irili ufaklı gruplara güçlerinin ötesinde bir pazarlık imkanı sunmuş, iktidarı fiilen daha parçalı hale getirmiştir. Erdoğan’ı etrafındaki klikler karşısında kısmen zayıflatan bu düzenleme, Türkiye’nin kurumsal ve anayasal birikimini tahrip ederek karşı devrimin yol açtığı yıkımı şiddetlendirmiştir.
  16. AKP’nin kuruculukta başarısız olarak bir karşı devrim iktidarından ibaret kalması, bu siyasi projenin Türkiye için temsil ettiği tehlikeyi hafifletmemektedir. Yıkıcı yönü ağır basan AKP iktidarının ömrü uzarken karşı devrimin yarattığı devasa sorunlara gerçek çözümler getirerek Türkiye’yi yeniden kuracak bir odak öne çıkmadıkça Türkiye daha fazla çıkmaza girmektedir. Neoliberal yağma ekonomisinin korkunç bir çöküşle sonuçlandığı, neoliberal paradigmaya uygun olarak tüm kural ve kurumları tasfiye edilerek çözülmeye uğratılan devletin farklı bir denge ve çerçevede yeniden toparlanamadığı, yakın coğrafyasında ateşin ortasında kalan Türkiye varlık-yokluk sorunuyla karşı karşıya bırakılmıştır. Karşı devrim iktidarı, Türkiye’yi çöküşe sürüklemiştir.
  17. 2013’te Gezi Parkı’nda 31 Mart gerici ayaklanmasının sembolü Topçu Kışlası’nın yeniden inşasına karşı eylemliliklerin kitleselleşip ülke geneline yayılmasıyla başlayan Gezi direnişi, Türkiye modernleşme birikiminin AKP karşı devrimine isyanı olarak ortaya çıkmıştır. Halkın harekete geçerek laiklik, bağımsızlık, Cumhuriyet ve kamusal varlıkların savunusunun öne çıktığı bir direnişi gerçekleştirmesi devletten tasfiye edilen Cumhuriyet’in tamamen yıkılmasını engellemiş, Cumhuriyet’i halkın mücadele bayrağına dönüştürmüştür.
  18. Haziran Direnişi, AKP iktidarına son vererek karşı devrimi sonlandırma hedefine ulaşamamış olmakla birlikte Türkiye sosyalist hareketinin yeniden kuruluşu için önemli bir birikim yaratmıştır. Türkiye solu Gezi’de öne çıkan laik, yurtsever ve Cumhuriyetçi değerler etrafında yeniden kurulmalı, bu değerleri devrim ve sosyalizm hedefinin parçası haline getirerek halkın iktidar alternatifi haline gelmelidir.
  19. AKP’li yıllarda Cumhuriyet’in devletten tasfiye edilmiş ve halkın mücadele bayrağına dönüşmüş olması, Türkiye sosyalist hareketinin doğumundan bu yana taşıdığı Cumhuriyetçi kimliğinin altının daha kalın çizilmesini gerektirmektedir. Türkiye sosyalist hareketi, karşı devrime direnç gösteren Cumhuriyetçi toplumsallığa öncülük etmenin ve Türkiye’nin modernleşme birikimini sosyalizmle taçlandırma hedefinin ifadesi olarak devrimci cumhuriyetçi bir siyasi kimlik kazanmalıdır.
  1. 20 yıldan uzun süren karşı devrim iktidarı altında Türkiye çok yönlü bir yıkıma sürüklenmiştir. Cumhuriyet’in 100. yılında Türkiye bir varlık-yokluk sorunuyla karşı karşıya kalırken Türkiye’nin ilerici değerler temelinde yeniden kurulması için tarih devrimcileri göreve çağırmaktadır.
  2. Türkiye’nin yeniden kurulması, Türkiye’nin modernleşme birikiminin bilimsel sosyalizmin kılavuzluğunda yeniden ele alınmasına dayalı bir devrim programının iktidara taşınması ile olacaktır. Devrimci hareket, Türkiye’de devrimin yolunu açacak bir ideolojik merkez yaratarak siyasal ve düşünsel düzlemlerde öne çıkma, devrimci cumhuriyetçi çizgide halka güven vererek iktidar alternatifine dönüşme sorumluluğuna sahiptir.
  3. Türkiye devriminin yolu, devrimcilerin karşı devrimle mücadeleye öncülük ederek karşı devrim iktidarının yol açtığı çok yönlü yıkımın ortadan kaldırılması için devrim ve sosyalizm seçeneğini ete kemiğe büründürmesinden, yani devrimci cumhuriyetçi çizgiyi güçlendirmesinden geçmektedir. Bu yönde bir atılım, sosyalizmin Türkiye’nin güncel sorunları bağlamında bir çıkış yolu haline getirilmesi anlamına gelecektir.
  4. Türkiye’de karşı devrimin yol açtığı yıkım; kamu varlıklarının yerli ve yabancı patronlar tarafından yağmalanması, şeriatçı saldırılar ve ülkemizin uluslararası tekeller ile emperyalist merkezlerin oyun alanına çevrilmesinin sonucu olmuştur. Türkiye devriminin programı da eşitlik, bağımsızlık ve laikliği temel alacaktır.
  5. Türkiye’yi patronlar açısından bir yağma, talan ve ucuz emek cennetine dönüştürürken halkın üzerine kabus gibi çöken ekonomik yıkım, 12 Eylül’ün yolunu açtığı ve AKP hükümetlerinin çok hızlandırdığı neoliberal dönüşümün ve özelleştirme yağmasının ürünü olmuştur. Özelleştirmelerle yağmalananlar başta olmak üzere tüm büyük işletmeler kamulaştırılmalı, emeğe ve kamu mülkiyetine dayalı bir kalkınma hamlesiyle sömürü, işsizlik ve yoksulluk sona erdirilmeli ve çalışma çağındaki tüm yurttaşlara insanca çalışma olanağı sağlanmalıdır.
  6. Kalkınmanın yolu merkezi planlamadan geçmektedir. AKP tarafından kapatılan DPT sosyalist ilkeler temelinde yeniden kurulmalı ve Türkiye’nin gerek sanayi ve teknolojide gerekse tarım ve hayvancılık ürünlerinde dışa bağımlılığını sona erdirecek, bu alanları devlet işletmeleriyle ayağa kaldıracak bir kalkınma planı hazırlanmalıdır.
  7. Halk hızla yoksullaşırken bankalar rekor karlar açıklamakta, karşı devrim iktidarının üretim ve dağıtım ağlarını özelleştirdiği elektrik ve doğalgazda katlanarak artan faturalar halkın belini bükmektedir. Tüm özel bankalar kamulaştırılarak işlemleri halkın denetimine açılmalı; su, elektrik, doğalgaz ve internet gibi temel ihtiyaçlar devlet tarafından ve lüks tüketime girmeyen miktarı ücretsiz olarak karşılanmalıdır.
  8. Karşı devrim iktidarının kamusal varlıklar ile denetim araçlarını tasfiyesi nedeniyle barınma, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerde yurttaşlar açısından maliyet hızla artmakta, erişilebilirlik ve nitelik ise yine hızla düşmektedir. Özellikle büyük şehirlerde iyice yakıcı bir hal almış olan barınma sorununun çözümü için konut sektörü tümüyle devlet kontrolüne geçirilerek insanca ve erişilebilir barınma devlet güvencesine alınmalı, tüm eğitim ve sağlık kuruluşları kamulaştırılarak bu hizmetler devlet tarafından ve tamamen ücretsiz olarak sağlanmalıdır.
  9. AKP’nin Türkiye’yi parçası haline getirdiği emperyalist saldırganlık komşu halklarla aramıza düşmanlık girmesine yol açmış, Türkiye’nin de güvenliğini tehlikeye atmıştır. Cumhuriyet’in “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi sosyalist değerler temelinde yeniden benimsenmeli, Türkiye komşularıyla dostça ilişki kurarak emperyalizmin bölgedeki etkisini kırmayı hedeflemelidir.
  10. Emperyalist merkezler, bölgemiz üzerindeki egemenliklerini güçlendirmek için askeri saldırganlık ve ekonomik kuşatmaya ek olarak siyasi manipülasyonlara da başvurmakta; bölgedeki etnik, ulusal, dinsel ve mezhepsel gerilimleri kaşıyarak Ortadoğu halklarını birbirine düşürmektedir. Ortadoğu’da emperyalist müdahaleler boşa çıkarılmalı; bölgemizdeki farklı etnik, ulusal, dinsel ve mezhepsel topluluklar arasında barış ve kardeşlik hüküm sürmeli; bölgedeki Kürtler üzerindeki aşiretçi, dinci ve Amerikancı kuşatma yarılmalıdır.
  11. Türkiye’nin kendi sorunlarını çözerek bölgede emperyalizmin etkisini kırabilmesinin yolu, kendi içinde birlik sağlayarak halkını kardeşçe bir arada yaşatabilmesine bağlıdır. Farklı kökenlerden emekçilerin ortak yurdu olan ülkemizde Kürt yurttaşlar başta olmak üzere farklı etnik, dinsel ve mezhepsel kökenlerden yurttaşlara yönelik baskı ve ayrımcılık son bulmalı, halkın eşit yurttaşlık içinde bir arada yaşaması sağlanmalıdır.
  12. Emperyalist kurumlarla üyelik ve ittifak ilişkisi Türkiye’ye beladan başka bir şey getirmemektedir. Emperyalizmin savaş ve provokasyon örgütü NATO’dan, Türkiye’yi AB sermayesinin talanına açan Gümrük Birliği’nden ve Türkiye’yi yıkıma uğratan neoliberal dönüşümün mimarları arasında olan IMF’den çıkılmalı, tüm bu süreçlerde suç ortaklığı olan AB’ye üyelik süreci sonlandırılmalıdır.
  13. Karşı devrim iktidarının Yeni Osmanlıcı fetih düşleriyle Ortadoğu’da oynadığı tetikçilik rolü, Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir sığınmacı kriziyle karşı karşıya bırakmıştır. Türkiye’nin Suriye başta olmak üzere göçmen akınının kaynağı olan ülkelere yönelik emperyalist saldırganlığın daha fazla parçası olması engellenmeli, emperyalizmin saldırısı altındaki ülkelerin meşru hükümetleriyle ilişki kurularak sığınmacıların insani koşullarda geri dönüşünün koşulları yaratılmalı, Türkiye’yi AB’nin sınır bekçisine dönüştüren Geri Kabul Anlaşması feshedilmelidir.
  14. Karşı devrim iktidarı laikliğe tüm alanlarda saldırmış, tarikatları ve her türden şeriatçı yapılanmayı palazlandırarak gericiliğin toplumsal tabanını genişletmeye çalışmış, siyasal ve toplumsal yaşantıyı dinsel ideolojiyle kuşatırken devlet kurumlarını da tümüyle Cumhuriyet düşmanı kadrolara teslim etmiştir. 677 Sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu uygulanarak tarikatlar yasaklanmalı, gerici öbekler dağıtılarak karşı devrimci kadrolar devletten temizlenmeli, ülkemiz laiklik temelinde yeniden kurulmalı ve yeni bir aydınlanma seferberliği başlatılmalıdır.
  15. Karşı devrimle Cumhuriyet’in devletten tasfiyesi, Cumhuriyet değerleri temelinde yükselen yurttaşlıktan Saltanat rejimlerine özgü tebaa anlayışına gidiş tehlikesini ortaya çıkarmıştır. Yurttaşlık savunulmalı, yurttaş hak ve sorumlulukları siyasette karşılık bulmalı, halkı kuşatan gerici ağlara karşı halk dayanışması örgütlenmelidir.
  16. Yurttaşlık, halkın hayatın her alanında faal ve örgütlü olmasına dayanan bir ilerici kazanımdır. Yurttaşlığın yeniden kazanılması adına halkın örgütlülüğü büyütülmeli, yurttaşlar Türkiye’nin kurtuluşu için mücadelede özne haline getirilmelidir.
  17. Türkiye’nin geleceği işçi sınıfının, gençlerin ve kadınların örgütlü mücadelesinin büyütülmesine bağlıdır. Devrimciler ekonomik yıkımın altında kalan emekçilerin mücadelelerine öncülük ederek işçi sınıfının örgütlülüğünü büyütmeli, işçilerin siyasete katılım kanallarının genişletilmesini sağlamalıdır.
  18. Türkiye’nin geleceğini temsil eden, geleceğin emekçi ve aydın potansiyelini oluşturan gençlik, AKP’nin Türkiye’ye yaşattığı yıkım nedeniyle yoksulluk, gericilik ve umutsuzlukla kuşatılmış durumdadır. Gençliğin gelecek için mücadeleye örgütlenerek bizzat umut haline getirilmesi, “kendini kurtarma” güdüsüyle ülkeyi terk etme eğilimindeki gençlik kesimlerinin geleceklerini ve umutlarını Türkiye’ye, Türkiye’nin kurtuluşu için mücadeleye bağlamalarının sağlanması acil bir devrimci görevdir.
  19. Dinci gericilik en fazla kadınlarla uğraşmakta; giyim-kuşamları, yaşam tarzları, kaç çocuk yaptıkları, ne zaman sokağa çıktıkları üzerinden kadınlara saldırmakta, onları hedef göstermektedir. Kadınların AKP’ye ve gericiliğe karşı yükselen mücadelesinin eşitlik, özgürlük ve laikliği temel alacak devrimci bir çizgide güçlendirilmesi ve emekçi kadınların örgütlülüğünün büyütülmesi, devrimcilerin görevleri arasındadır.
  20. Karşı devrim iktidarının devletten tasfiye ettiği Cumhuriyet, halkın elinde mücadele bayrağı olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye modernleşmesinin zirvesini oluşturan ve bugün halkın elinde olan Cumhuriyet, asla gerisine düşülmeyecek, kendisinden güç alınarak daha ilerisi hedeflenecek bir mevzidir. Türkiye devriminin yolu, Türkiye’yi Cumhuriyet’in gerisine götürmeye çalışan karşı devrimcilerle tavizsiz mücadeleden ve halkın mücadelesine kılavuz olan Cumhuriyet mirasının sosyalizmle buluşturularak yeniden iktidara taşınması, yani emeğin iktidarda olacağı ve kimsesizlerin kimsesi olacak yeni, sosyalist bir cumhuriyet kurulması hedefinden geçmektedir.