İçeriğe geç

Devrim Hareketi 5. Olağan Kurultayı Siyasi Rapor

5. Olağan Kurultay - Siyasi Rapor

1. ABD’de ikinci Trump dönemi, emperyalist-kapitalist sistemin tıkanıklıklarını yeni bir siyasal-ideolojik çerçeve arayışıyla aşma çabaları etrafında şekillenmektedir. Çin’e karşı ticaret savaşından Rusya’yla yeni denge arayışına, milliyetçi-muhafazakar ideolojik tahkimattan ABD’nin nüfuz alanını genişletmeye yönelik agresif hamlelere uzanan bu politikalar, sistemin lider ülkesinin rolünü ve sistemin diğer bileşenleriyle ilişkisini yeniden tanımlamaya yöneliktir.

2. İkinci başkanlık döneminde gerek yasama gerekse yürütme organlarında daha güçlü bir pozisyon yakalayan Trump, buna paralel olarak cüretkar adımlar atmaktadır. Bu tablo hem ABD hem de Avrupa’da egemen sınıf içi dengeleri sarsarak sürtünmeleri artırmakta, belirsizliği büyütmektedir. Eski paradigmanın takipçileri ile ağırlıkla aşırı sağda cisimleşen Trump çizgisi arasındaki çatlak sosyalistler tarafından dikkatle izlenmesi gereken boşluklar yaratabilse de bu çatlağın tarafları asla ilerici bir potansiyel taşımamakta, aksine aralarındaki krizleri de emekçi sınıflara ve dünya halklarına daha fazla saldırarak aşma eğilimi göstermektedir.

3. Taraflar arasında gerilim ve işbirliğinin bir arada yürüdüğü sahalar arasında Doğu Avrupa öne çıkmaktadır. Ukrayna’nın kukla Zelenski hükümeti eliyle emperyalist savaş örgütü NATO’ya sokulması ısrarı nedeniyle çıkan savaş, emperyalist merkezlerin Rusya’ya karşı savaş konsepti etrafında konsolidasyonu için zemin oluşturmuştur. Gelinen noktada emperyalistler arası görüş ayrılıkları savaş ve barış seçenekleri arasında değil, emperyalist saldırganlığın ve militarizasyonun öncelikleri ve biçimine dair alternatifler etrafında şekillenmektedir.

4. ABD ve Avrupalı liderler arasında ABD’nin sistemdeki rolü ve işleviyle ilgili görüş ayrılıkları olsa da bu sistemin emperyalist niteliği ve Rusya’ya karşı savaş konseptinde tam uyum vardır. Ukrayna’ya mali ve askeri yardımları sürdürmekte isteksiz olan Trump, silah satışını memnuniyetle sürdürmektedir. Avrupa’daki Amerikan askeri varlığını azaltma planı ise emperyalist saldırganlığı sonlandırma ya da hafifletme değil, Avrupa’da Rusya’ya karşı askeri kuşatmayı AB’nin sorumluluğuna bırakma hedefiyle ilgilidir. AB genelinde artan silahlanma ve sınai altyapıyı askerileştirme eğilimi, AB liderlerinin bu başlıkta ABD ile uyumu koruduğunu göstermektedir.

5. Avrupa’da yükselen savaş politikaları ve militarizasyon; hayat pahalılığı ve işsizlikteki artış gibi toplumsal dengeleri sarsan başka faktörlerle de çakışarak aşırı sağın zeminini güçlendirmektedir. Avrupa’nın merkez ülkelerinde henüz iktidara gelmemiş olan aşırı sağ, emperyalist-kapitalist sistemin güncel yönelimiyle birlikte ana akım siyaset içinde daha “makul” bir seçenek olarak kabul görme şansı yakalamaktadır.

6. Ortadoğu’da emperyalist saldırganlık şiddetlenmektedir. Bölgedeki altüst oluşta ABD’nin lider konumu tartışmasız olmakla birlikte İsrail hem oyun kurucu hem de vurucu güç olarak daha fazla öne çıkmakta, bölgenin kuşatılması ve istikrarsızlaştırılmasında Siyonist proje çok kritik bir rol oynamaktadır.

7. İsrail’in Gazze’de insanlık dışı bir intikam savaşı vermesinin bahanesine dönüştürülen 7 Ekim 2023 tarihli Aksa Tufanı operasyonu bölgede dengeleri altüst eden doğrudan askeri saldırıların nedeni değil, bu saldırıların kaynağı olan Siyonist yayılmacılığa karşı meşru müdafaa ve zorunlu bir yanıt olarak görülmelidir. Uzayan savaş koşullarında büyüyen insanlık dramının suçlusu ve sorumlusu, Gazze halkını bilinçli olarak açlıkla cezalandıran İsrail barbarlığıdır.

8. Ortadoğu’da emperyalist saldırganlığın bölgemizdeki en yıkıcı sonuçlarından biri Suriye’nin düşmesi olmuştur. Dünyanın dört yanından toplanıp getirilen cihatçı kiralık katiller, mezhepçi kışkırtmalar, yer yer doğrudan askeri müdahaleler, ağır yaptırımlar ve kara propaganda eşliğinde gerçekleşen emperyalist çullanmaya 14 yıl direnebilen Suriye 8 Aralık 2024 itibariyle yenilmiştir. Baas iktidarı yıkılarak HTŞ’nin Şam’a taşınması basitçe hükümet ya da rejim değişikliği değil, Suriye’nin düşmesi anlamına gelmektedir ve ABD-İsrail karşısındaki direniş adına ağır bir kayıp olmuştur.

9. IŞİD kökenli bir cihatçı çete olan HTŞ Suriye halkının temsilcisi değil, bölgede İsrail’in çıkarları için tasarlanmış bir ABD-İngiliz imalatıdır. İktidara gelir gelmez Suriye’deki Filistinli direniş örgütlerinin varlığını ve faaliyetlerini hedef alırken 1967’den bu yana Suriye topraklarında işgalci olan ve 8 Aralık 2024’ten bu yana işgal sahasını genişleten İsrail’le anlaşmak için gösterdiği çaba bunun göstergesidir. HTŞ’nin İran ve Lübnan Hizbullahı gibi güçlere yönelik mezhepçi düşmanlığı da bölgede gericiliğin ABD-İsrail planları açısından işlevselliğinin örnekleri arasındadır.

10. Suriye’yi yönetecek güç ve meşruiyetten yoksun bir çeteden ibaret olan HTŞ, bu niteliğiyle bölgenin Siyonist proje doğrultusunda yeniden tasarımı için biçilmiş kaftandır. HTŞ iktidarında komşumuz Suriye, İsrail’in istediği gibi devletsizliğe ve başıboşluğa mahkum olmuştur. Ülkenin tüm savunma kapasitesi İsrail tarafından bombalanarak imha edilmiş, İsrail Şam’ın yakınlarına kadar engelsiz ilerleyebilmiş, Şam dahil Suriye’nin her yanında istediği noktayı vurabilir hale gelmiştir. Başta Aleviler olmak üzere Suriyeli topluluklar ağır katliamlara ve aşağılanmalara maruz kalmış, Suriye etnik-mezhepsel temelde parçalanma sürecine girmiştir. Suriye topraklarını İsrail için yol geçen hanına çeviren HTŞ çeteleri, mezhepçi barbarlıkla Suriye’yi parçalanma sürecine sokarak da İsrail’e hizmet etmekte, yakın geçmişte Suriye yurtseverliğinin çok güçlü olduğu Dürziler dahil Suriyeli topluluklar arasında İsrail’den medet umma eğilimine zemin oluşturmaktadır.

11. Suriye’nin düşüşü İran’dan Filistin’e uzanan direniş hattını kesintiye uğratmış, direnişin bütününü zayıflatmıştır. İsrail’in Gazze’de halkı açlığa mahkum ederek teslim alma politikasında caydırıcı bir engelle karşılaşmaması ve İran topraklarını da doğrudan hedef alabilir hale gelmesi bununla ilgilidir. Haziran 2025’te 12 gün süren İran-İsrail savaşı İran halkının dirayeti sayesinde İsrail adına umulan zaferi getirmemiş ve sürecin sonunda İsrail ABD’nin doğrudan desteğine muhtaç kalmış olsa da başta İran olmak üzere bölgemizin karşı karşıya olduğu tehdidin büyüklüğü ortadadır.

12. ABD’nin Rusya ve İran’ı kuşatmaya dönük hamleleri Kafkasya’da da karşılık bulmaktadır. Bölgenin kangren haline gelmiş kriz başlıklarından olan Karabağ merkezli Azerbaycan-Ermenistan gerilimi, her iki ülkenin yönetiminde Amerikancılığın güç kazandığı bir uğrakta ABD adına avantaja dönüştürülmektedir. Zengezur Koridoru’nun işletme hakkının 99 yıllığına ABD’li bir konsorsiyuma devredilmesi anlaşması, ABD’ye Kafkasya’da eski Sovyet coğrafyasında ekonomik nüfuz alanı yakalayarak Rusya’nın alanını daraltma imkanı vermektedir ve bölge adına ciddi bir kırılmadır. İleride bölgeye asker konuşlandırmanın zeminini oluşturan bu anlaşma, Ortadoğu’da İsrail tarafından hedef alınan İran’ın Ermenistan’la kara bağlantısının kesilmesinin ve kuzeyden de ABD tarafından kuşatılmasının yolunu açmaktadır.

13. Zengezur Koridoru için yapılan anlaşma Kafkasya’da kapsamı daha da genişleyebilecek bir operasyonun parçası olarak anlam kazanmaktadır ve bölgenin muhtelif gerici-işbirlikçi dinamiklerini eş zamanlı olarak harekete geçirmiştir. Rusya ile farklı başlıklarda da gerilimi olan Azerbaycan lideri İlham Aliyev’in Sovyet mirasını hedef alarak ülkesinin tarihini gerçeklere tamamen aykırı olarak yeniden yazma hamlesi bu uğrakta gelmiştir. Katil Netanyahu, AKP iktidarı ile bölgedeki rekabetinin de etkisiyle “Ermeni Soykırımı” tezini tanıma gündemini bu uğrakta açarak kendince Ermenistan’a göz kırpmaktadır. Halihazırda İsrail’in önemli ortaklarından olan Azerbaycan’ın İsrail ile HTŞ arasındaki diplomasinin bilfiil yürütüldüğü mekanlardan biri olması ve gerek bu diplomaside gerekse Zengezur Koridoru anlaşmasının bağlanmasında AKP iktidarının rolü de ayrıca not edilmelidir.

14. Emperyalist merkezlerin gönüllü işbirlikçisi olan AKP iktidarı bu karmaşık denklemde nüfuz alanını genişletmeye çalışmakta, İsrail ile yer yer rekabete girmekle birlikte genel planda bölgenin ABD planları doğrultusunda yeniden tasarımı ve Siyonist projenin devamlılığı konusunda tam uyumla hareket etmektedir. Suriye’nin paylaşılmasına yönelik pazarlıkta görülen sürtüşmeler, İsrail’in önündeki Suriye engelinin tasfiyesinde yapılan işbirliğine kıyasla ikincildir. İran’dan Filistin’e uzanan hattın bütününde savaşların zamanlaması ve kapsamı, siyasi modelin ayrıntıları ve farklı güçlere ne kadar alan tanınacağına dair görüş ayrılıkları; bölgenin tümünde ABD planlarıyla uyumlu olarak Siyonist projenin güvenliğini tehdit eden tüm unsurların tasfiyesi üzerine varılan mutabakatı bozmamaktadır. Gazze’deki meşru otorite ve direnme iradesinin Filistin’in kağıt üzerinde tanınması karşılığında tasfiyesi, Lübnan ve Irak’ta direniş güçlerinin silahsızlandırılması, bölgenin bütününün yeni bir Amerikan barışı kapsamında yeniden tasarımı gibi başlıklarda yürüyen pazarlıklar bu bağlamda anlam kazanmaktadır.

15. Ekim 2024 itibariyle kamuoyuna açık hale gelen yeni İmralı Süreci de bu tablonun parçası olarak gündeme gelmiştir. AKP iktidarı ile Kürt ulusal hareketi arasındaki pazarlıklarda belirleyici olan bölgede yeni Amerikan barışı kapsamında yapılacak işbölümü ve tutulacak alandır. 2015’te Suriye’nin emperyalist merkezlerin umduğundan daha dirençli çıkarak varlığını koruması sonucunda çıkmaza giren süreç, 2024’te bu kez Suriye’nin tasfiyesine yönelik yeni bir plan için düğmeye basılmışken yeniden başlamıştır. Bölgede Kürt nüfusun yoğunlaştığı Türkiye dahil dört ülkenin ve buralardaki Kürt ulusal hareketi varlığının geleceğine, idari yapı ve anayasal düzene, ulus-devlet formasyonları ve Osmanlı millet sistemine ve İsrail’le ilişkilerde muhtelif seçeneklere dair tartışmaların tümü bu bağlamda anlam kazanmaktadır. Bu anlamda sürecin bütünü ABD belirlenimlidir ve devrimciler tarafından ikirciksiz olarak reddedilmelidir.

16. Amerikan barışı niteliği taşıyan süreç, özünde barış değil yeni ve daha büyük savaşlar için hazırlık vadetmektedir. Amerikan müttefiklerinin kendi aralarındaki gerilimleri kontrol altına alarak ABD’nin hedef aldığı güçlere karşı pozisyonlarını tahkim etmelerine dayalı bir projenin yıkıcı ve daha büyük savaşlara kapı aralaması kaçınılmazdır. Türkiye’nin gündemindeki sürecin Ortadoğu’da İran’dan Gazze’ye uzanan hatta emperyalist saldırganlığın tırmandığı, ABD’nin Kafkasya’ya giriş yaptığı ve AB’nin Rusya’ya karşı silahlanma yarışına hız verdiği bir uğrakta gelmesi; söz konusu savaş hazırlığının kapsam ve ölçeğinin büyüme potansiyelini de gözler önüne sermektedir. Emperyalist savaş politikaları, bu bağlamda Türkiye’ye biçilen görev ve Türkiye’yi yönetenlerin burada rol kapma çabaları; devrimciler açısından öncelikli mücadele gündemlerinden olacaktır.

17. AKP-MHP blokunun emperyalist planlarda rol kapmak adına Türkiye’yi yerleştirdiği rota, iç siyaseti giderek daha fazla dış politika belirlenimine sokan bir karakter taşımaktadır. Bu anlamıyla, Türkiye siyasetindeki gelişmeleri ve gerilimleri kavramak için bunların içerisine yerleştiği dünya ve bölge denklemine odaklanmak hayati bir önem kazanmaktadır. Bahsettiğimiz bu tablo, aynı zamanda Türkiye siyasetini dış etki ve müdahalelere karşı kırılgan kılarak ülkenin bağımsızlığı riske atan bir yön taşımaktadır.

18. AKP ve MHP tarafından “iç cepheyi güçlendirme” başlığı altında sunulan politika setinin temel belirleyeni ABD emperyalizminin Trump döneminde girdiği yeni yönelim içerisinde rol kapma çabasıdır. Belirleyici olan Suriye’nin emperyalizm lehine bölüştürülmesi, Ortadoğu’da ABD ve İsrail çıkarlarına hizmet eden bir siyasal iklimin yaratılması ve en nihayetinde İran’ın ortadan kaldırılması temel hedefleridir. Atılan adımların tümü ya bu rotaya doğrudan hizmet etme ya da bu rotanın sunduğu hareket alanından faydalanarak içeride alan temizliği yapma düzlemine yerleşmektedir.

19. İktidar blokunun dış politika alanında üstlenmeye çalıştığı aktif rol, iç düzlemdeki sorunların yönetilmesi için de bir anahtar rolüne sahiptir. Dış politikanın başat bir hale getirilmesi, iktidar bloku açısından ilk aşamada içerideki gerilim ve çelişkilerin üstünü örten bir işlev görmektedir. Ancak bu örtücü işlev bu çelişkileri ortadan kaldırmamakta, yalnızca ötelemektedir. Bahsettiğimiz tablo, dışarıda ortaya çıkabilecek bir tökezlemenin veya hesap dışı durumun içerideki kriz dinamiklerini de tetikleyebileceği anlamına gelmektedir.

20. Düzen aktörleri tarafından girişilecek herhangi bir iç cephe tahkimatı hamlesinin, özellikle iktidar blokunun iç krizlerinde ve devlet mekanizmasının çözülmesinde kendisini dışavuran süreklileşmiş siyasi kriz tablosunun nesnel nedenlerini ortadan kaldırmayacağı akılda tutulmalıdır. Aksine, yeni siyasi krizler dış düzlemdeki sorunların getireceği çarpan etkisinden dolayı daha da şiddetli olma potansiyeline sahiptir. Türkiye kapitalizmi için siyasi kriz bir istisna halini değil, yapısal bir durumu ifade etmektedir.

21. İmralı Süreci ve 19 Mart’ta başlayan muhalif belediyelere yönelik operasyonlar, AKP-MHP blokunun “iç cepheyi güçlendirme” stratejisinin birbirini bütünleyen parçaları olarak değerlendirilmelidir. Sürecin bütünü sınırların silikleştiği, yurttaşlığın rafa kaldırıldığı ve etnik kimliklerin belirleyici hale geldiği bir Yeni Osmanlıcı dönüşümü ifade etmektedir. İktidar blokunun bu dönüşümü hızlandırma tercihinin ana nedeni, emperyalizmin bölgeye yönelik hamlelerinin yarattığı nesnel zemindir. Türkiye’nin ABD’nin bölge planlarında rol kapması, aynı zamanda dışarıda yeni savaşların hazırlığına denk düşmektedir. Bu anlamıyla içerisine girilen rota bir barış sürecini değil, bölgesel düzlemdeki savaş ve çatışmalara ilişkin bir hazırlığı ifade etmektedir. Dışarıda savaş tercihi, hem Kürt ulusal hareketinin bir müttefik olarak kazanılması hamlesinin hem de içeride yapılan alan temizliği ile sürtünme yaratabilecek unsurların devreden çıkarılmasının ana tetikleyicisidir.

22. Bu dönüşümün gerçekleşmesinin en önemli ön koşullarından birini yurttaşlığın tasfiyesi ve halkın bir siyasi aktör olmaktan çıkarılması oluşturmaktadır. Emekçi halkın halk olmaktan çıkarılarak etnik kimlikleri üzerinden düzene entegre edilmeye çalışıldığı yeni Osmanlıcı proje, bu anlamıyla siyasetin halktan kaçırılmasına ve yalnızca farklı grupları temsil ettiği varsayılan elitlerin dahil olduğu bir tür saray siyaseti haline getirilmesine tekabül etmektedir.

23. İmralı Süreci’nin içerisine yerleştiği bölgesel düzlemi görmezden gelerek bu süreci “silahların susması” başlığı altında değerlendiren yaklaşımlar hatalı siyasi çıktılar üretmeye mahkumdur.Bu yeni savaş hazırlığına ve yaslandığı Osmanlıcı zemine verilen açık veya utangaç desteklerin tümü yurttaşlığın tasfiyesine yaslanan bir emperyalist dönüşümün kabulü anlamına gelmektedir. Devrimcilik her şeyden önce halka ve ülkeye karşı bir sorumluluğun ifadesidir. Bu anlamıyla devrimcilerin yurttaşlık tasfiye edilirken ve ülkemiz ABD’nin bölge planlarının bir eklentisi haline getirilmeye çalışılırken tereddütlü olma ve süreci eleştirel biçimde izleme hakkı yoktur.

24. Türkiye kapitalizmi açısından egemenler arası dengelerin yeniden düzenlenmesine ve daha önce çeperlerde yer almış farklı aktörlerin merkezde söz sahibi olmasına denk düşen ve bir tür “saray demokrasisi”ni andıran açılımların sosyalistler açısından ilerletici bir yanı yoktur. Devrimciler için siyasetin anahtarı karşı-devrim iktidarı ile girişilecek “demokrasi” pazarlığı değil, halkın siyasal süreçlere katılımıdır.

25. İktidar blokunun biri demokrat diğeri de otoriter yönelimleri temsil eden iki ayrı bileşenden oluştuğu varsayımına yaslanan yaklaşımlar, hem düzen siyasetinin yapısını hem de Türkiye kapitalizminin sahip olduğu siyasal gerilim ve çelişkileri kavramaktan uzaktır. Bu yaklaşımlar, aynı zamanda halkı izleyici rolüne mahkum eden ve kurtuluşu düzen içi yeni ittifak denklemleri kurulmasına havale eden sağ stratejilere tekabül etmektedir. Türkiye’nin son 20 küsür senesine bakıldığında iktidar bloku içerisinde müttefik aramaya yaslanan siyasi arayışların bütününün hayal kırıklığıyla sonuçlandığı açıkça görülecektir. Çözüm, halkın bir siyasi aktör haline getirilmesi ve bu anlamıyla siyaset denkleminin mevcut dengelerinin bir bütün olarak altüst edilmesidir.

26. Mehmet Şimşek eliyle yürütülen ekonomi politikaları da yine emperyalist merkezlerin Türkiye’den beklentileri ile tam uyumludur. IMF programları çerçevesinde izlenen politikalar işsizliği artırırken emekçilerin reel ücretlerini düşürmekte, halkımızı çok daha büyük bir yoksulluk sarmalının içerisine hapsetmektedir. Enflasyon bahanesi ile atılan adımlar alım gücünü düşürmekte, yerli patronlar ve uluslararası tekellerin çıkarları için bir ucuz emek rejimi yaratılmaktadır. Halkın siyasi süreçlerin dışına itilmesi aynı zamanda bu durumun halkta yarattığı memnuniyetsizliği yönetme zorunluluğu ile de ilişkilidir.

27. 19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelen operasyonlar seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırılması girişimine tekabül etmektedir. Seçimleri rafa kaldırma hamlesi uzunca bir süredir altını çizdiğimiz siyasal katılımı seçmenliğe indirgeme çabasının da mantıksal sonucudur. Yalnızca iktidarla sınırlı olmayan ve düzen muhalefetinin stratejisinde de kendisine yer bulan yurttaşların siyasetle kurduğu ilişkiyi seçimlerde oy kullanmaktan ibaret hale getirme çabası, yurttaşlığı aşındırıcı bir işleve sahiptir. Yurttaşlığın aşındırılması ve halkın tebaa haline getirilme çabası, önemli bir tarihsel kazanım olan seçme ve seçilme hakkını da tehlikeye atmıştır. Sürecin bütünü, seçme ve seçilme hakkını korumak için seçmen olmanın ötesine geçerek yurttaşlığı yeniden kazanmak gerektiğini de ortaya koymuştur.

28. Girişilen siyaseti halksızlaştırma operasyonunun şimdilik boşa düşmesinin nedeni, yine halkın direnci olmuştur. Ortaya çıkan halk hareketi Türkiye’deki mevcut siyasal tablodan çıkış için önemli ipuçları sunmaktadır. Türkiye’de değişimin anahtarı, düzenin yerleşik kuvvetlerinin insafa gelmesini beklemek ve bunlar içinde yandaş aramak değil, geniş halk kesimlerini bir siyasi kuvvet haline getirmektir. AKP iktidarının uzun yıllara yayılan tarihi boyunca en çok zorlandığı uğrakların emekçilerin, kadınların ve gençlerin siyaset sahnesine çıktığı dönemeçlere tekabül etmesi bu anlamıyla bir rastlantı değildir. Halkın sahneye çıkması siyasal alanın yerleşik güçler dengesini bozmakta, iktidar blokunun daha önce işleyen yönetme yöntemlerinin yaldızlarını dökmektedir. Bu yaldız dökücü işlev aynı zamanda iktidar blokununiç krizlerini de büyüten ve tetikleyen bir role denk düşmektedir.

29. AKP iktidarını sonlandırma görevi ise tek başına halkın değil, aynı zamanda halka öncülük edecek olan siyasal aktörlerin sorumluluğundadır ve AKP’nin 20 yılı aşkın bir süre iktidarda kalabilmesi de büyük ölçüde halktan değil bu aktörlerden kaynaklanmıştır. Halkın sahneye çıktığı her uğrak, AKP’yi iktidarda tutan temel olgunun düzen siyaseti alanındaki alternatifsizlik olduğunu da ortaya koymaktadır. Türkiye’de emekçiler, gençler ve kadınlar her kritik uğrakta sahneye çıkmışlarsa da bunların tümünde düzen aktörleri tarafından yalnız bırakılarak sahneyi terk etmeye çağrılmışlardır. Türkiye sosyalist hareketinin siyasal iddialarını geriye çekerek büyük ölçüde CHP ve Kürt Ulusal Hareketi’nin siyasal eklentisi haline gelmiş olması da halkı yalnız bırakan ana etkenler arasındadır. Devrim Hareketi, bu tabloyu değiştirecek öncü kuvvetin inşasının ipuçlarını ortaya koymuştur ve artık sonuca doğru yaklaşan partileşme süreciyle birlikte halkın öfkesini yalnız ve sahipsiz bırakmamak için daha büyük görevler üstlenmeye hazırdır.

30. Yükselen halk hareketi, AKP-MHP blokunun nasıl yenilebileceğine işaret ederken CHP’nin yeniden 19 Mart öncesi ayarlarına dönme çabası ve iktidar bloku içerisinde ittifaklar aramaya yönelmesi, bu partiyi yeni operasyonlara karşı daha kırılgan hale getirmiştir. Sosyalistlerin görevi CHP’nin sınıfsal karakterinden ayrıştırılamayacak olan bu siyasi yönelimin soldan eleştiricisi olmak veya düzeltilmesi için çabalamak değil, geniş halk kesimlerinin talep ve beklentilerini devrimci siyasal hedefler etrafında bir araya getirmektir.

31. Türkiye, devrimci bir siyasi çıkışı çağırmaktadır. Karşı-devrim dönemi ve onun yarattığı yıkım, aynı zamanda kurtuluşun yolunu da göstermektedir. Mevcut siyasi aktörler ya da var olan düzenin herhangi bir unsuruna güvenmek yalnızca durumun daha da kötüye gitmesine yaramıştır. İhtiyaç, birincil hedefi bu düzeni bütünüyle ortadan kaldırarak sosyalist bir Türkiye’yi inşa etmek olan bir halk iradesinin örgütlenmesidir. Emekçi halkı içinde bulunduğu kuşatmadan çıkararak kendi çıkarları etrafında bir araya getirecek siyasi partiyi kurma görevi devrimcilerin omuzlarındadır.

32. Emekçi halkı kendi çıkarları etrafında örgütleyecek partinin inşası, ideolojik düzlemde düzenden tümüyle bağımsızlaşmayı gerektirmektedir. Devrim Hareketi, devrimin partisini inşa ile başlayacak yeni dönemde sosyalist hareketin yayıncılık çalışmalarını güçlendirerek bağımsız ideolojik merkezinin inşasında yarattığı birikimi ileriye taşıyacak, devrim hedefini merkeze alan ideolojik ve siyasal mücadeleyi yükseltecektir.