İçeriğe geç

Yenidoğan Çetesi AKP’nin Eseri

Sağlıkta özelleştirmenin kurbanı bebekler oldu

İstanbul merkezli bir çetenin yenidoğan bebekleri ölüme sürüklediği haberi ile hepimiz sarsıldık. Özel hastaneler ile eşgüdümlü olarak çalışan çete mensupları, 112 acile ulaşan hastaları bu ölüm merkezlerine yöneltirken, siyasilerle de yakın ilişkilere kurdu. Çete, mevcut sağlık bakanı Kemal Memişoğlu’nun İstanbul İl Sağlık Müdürü olduğu dönemde faaliyetlerini sürdürürken, yine aynı çete ile ilişkisi ortaya çıkan ve kapatılan hastanelerden birisi de AKP’nin eski sağlık bakanı Mehmet Müezzinoğlu’na ait. Çete üyesi doktorlardan birisinin İYİP’li olması, bir diğerinin ise CHP’den belediye meclisi üyesi yapılması düzen muhalefetinin de suçsuz olmadığını gösteriyor.

Yaşananlar ne kadar şok edici olsa da sağlıkta özelleştirmenin doğrudan ve doğal bir sonucu. İnsan sağlığının ticaret konusu haline getirilmesi, devletin sağlık hizmetine kaynak ayıracağına bu durumu teşvik etmesi, yaşananların zeminini oluşturuyor. Konunun duyulması ile birlikte başka kentlerde de benzer suçların işlendiğine dair bilgilerin yayılması ve farklı yurttaşların özel sağlık kuruluşları ile yaşadıklarını ifade etmeleri yaşananların münferit olmadığını kanıtlıyor. AKP iktidarının 22 yıldır aralıksız sürdürdüğü sağlıkta özelleştirme politikası, çeteleşme ve ölüm yaratıyor.

Sağlığın temel bir insan hakkı olduğunu, tüm yurttaşlar için eşit, parasız ve nitelikli olarak sağlanması gerektiğini sürekli olarak hatırlatmak gerek. Bununla birlikte, işlenen kolektif suçun yalnızca birkaç çete mensubuna yıkılması ile yetinemeyiz. İktidarın başta yıllarca bu suça göz yuman mevcut sağlık bakanı olmak üzere hesap vermesi sağlanmalı, muhalefetin suç ortaklığı ise unutulmamalıdır.

Emperyalistlerin gözü Ortadoğu’da

Emperyalist merkezler Ortadoğu’yu İsrail için dikensiz gül bahçesi haline getirmeye yönelik bir oyun kurmaya hazırlanırken AKP iktidarı da emperyalistlerin oyun planında rol kapma hevesini saklamıyor. Bir önceki Hamas lideri İsmail Haniye’ye yönelik provokatif İsrail suikastının ardından bir günlük ulusal yas ilan eden iktidar, Yahya Sinvar’ın katledilmesini ise düşük profilli başsağlığı mesajlarıyla geçiştirmeyi tercih etti. Keza Suriye’de de AKP beslemesi ÖSO çeteleri bir kez daha hareketleniyor. Bölgede ABD-İsrail merkezli müdahalelerle kurulacak dengede yer kapma arayışı içinde yol kazası istemeyen iktidar, kangren halini almış sığınmacı sorununun çözümü için kaçınılmaz olan Suriye’yle normalleşmeyi dahi bir kenara bırakarak içeride ve dışarıda emperyalistlerin taleplerine uygun adımlar atıyor.

Alman şansölyesi Olaf Scholz’la bir ay arayla ikinci kez bir araya gelen AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Filistin sorununa dair göstermelik karşı çıkışlarda bulunsa da göç sorununda AB’nin taleplerini karşılama ve suçlular dahil sınır dışı edilecek üçüncü ülke vatandaşlarını Türkiye’ye kabul etme güvencesi verdi. Türkiye, ABD tarafından önceden ödenmiş ücreti de gasbedilerek teslimatı yapılmayan F-35’lere alternatif olarak tercih edilen Eurofighter uçakları karşılığında AB’nin göçmen hapishanesi olmaya itiliyor.

Bir kez daha güven vermeyen “barış” vaatleriyle süslenen “açılım” da bu koşullar altında gündeme geldi. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ağzından “Örgütü dağıttığını açıklasın” ifadeleriyle fiilen Öcalan’a tecridin kaldırılması çağrısı yapılacak kadar cüretkar adımlarla ilerleyen yeni “açılım” sürecinde tam olarak neyin müzakere edildiği ise belirsizliğini koruyor. Emperyalist merkezler bölgeye dair kanlı planları masaya getirirken AKP iktidarı ve çoklu muhatapları da bu kirli düzlemden kazanç sağlamak adına halkın dışarıda bırakıldığı pazarlıklar yürütüyor.

Acemoğlu’nun ödülü ne anlama geliyor?

Nobel ekonomi ödülü olarak bilinen “The Sveriges Riksbank Ödülü”nü bu yıl alanlar arasında Simon Johnson ve James Robinson ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Daron Acemoğlu da yer aldı. Ödülün bu üç ismin “kurumların oluşumu ve refaha etkilerine” dair çalışmalarından ötürü verildiği ifade edilirken, konu Türkiye’de de tartışma konusu oldu.

Kimileri bu durumu ülke adına başarı olarak görürken, kimileri de bilim insanlarının ülkeden uzaklaşmasını tartışma konusu etmeyi tercih etti. Acemoğlu’nun Ermeni olması ise yine kimilerince olumlu ya da olumsuz bir referans olarak ifade edildi. Oysa konunun Acemoğlu’nun etnik kökeniyle hiçbir ilgisi olmadığı gibi, durumu “beyin göçü” üzerinden değerlendirmek de oldukça eksik kalıyor.

Nobel ödülleri de Batı merkezli birçok ödül gibi ideolojik bir temele sahip. Özellikle barış , edebiyat ve iktisat ödülleri doğrudan doğruya ABD merkezli çıkar gruplarının ihtiyaçlarını yansıtıyor. Bu nedenle verilen ödülleri hakim paradigmaya hizmet ödülleri olarak görmek daha doğru. Dolayısıyla konuyu nitelikli zihinlerin göçmesinin ötesinde ele almak, Türkiye’de alınan eğitimin emperyalizme hizmetkâr yetiştirdiğini, en niteliklilerinin ise eşitsizliği meşrulaştıran üretimler yaptığını ifade etmek gerekiyor. Türkiye, eğitim sisteminin en baştan itibaren eşitlik ve bağımsızlık temelinde en baştan yapılandırılmasına ihtiyaç duyuyor.