İktidar sorumluluktan kaçıyor
21 Ocak sabah saatlerinde Bolu Kartalkaya’da yer alan “Grand Kartal Otel”de çıkan yangında 78 kişi yaşamını yitirirken 50 kişi de yaralandı. Yangının ardından ortaya çıkan tablo ise faciaya yol açan toplumsal nedenlerin olduğu gibi sürdüğünü gösterdi.
İktidar yetkilileri her felakette olduğu gibi ilk iş olarak sorumluluktan kaçmaya çalıştı. Oysa 23 yıldır Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AKP, denetlemeleri keyfi kararlara bırakan yetersiz yangın yönetmeliğinin baş sorumlusu konumunda. Yine aynı AKP denetleme yetkisi ve siyasi sorumluluğu olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı da bu süreçte tek başına belirledi.
İlk bilirkişi raporunun reddedilmesini de yine yargı gücünü elinde tutan AKP’nin sorumluluktan kaçma ve tüm yükü ancak üçüncü dereceden sorumlu sayılabilecek Bolu Belediyesi’ne yıkma çabası olarak görmek gerekiyor. AKP, kararlar alıp ülkeyi yönetme aşamasında mutlak bir iktidar gibi davranırken konu neden olduğu faciaların sorumluluğunu üstlenmeye geldiğinde adeta bir muhalefet partisine dönüşme çabasında. Halkın siyasal alanın dışına itilmiş olması iktidarın bu sahtekarlığını kolaylaştırıcı bir etkiye sahip.
Bolu’daki facia ülkenin potansiyel bir yangın yerine dönüştürüldüğünü de hatırlatıyor bize. Yurttaşlarımızın çoğunluğunun konaklamaya gücünün yetmeyeceği bir otelde dahi yıllarca hiçbir önlemin alınmamış olması içinde bulunduğumuz düzenin çok çok küçük bir azınlık hariç hepimizin hayatı için büyük bir tehlike oluşturduğunu da gösteriyor. Nüfusun çoğunluğu iş yerlerinde hiçbir güvence olmadan çalışıyor, depreme dayanıklı olmayan evlerde yaşıyor, her gün işine can güvenliği önlemleri olmadan seyahat etmek zorunda kalıyor. Kartalkaya’da yaşananlar bu can pazarından bireysel bir kurtuluşun mümkün olmadığını, bir araya gelip sömürü ve kâr hırsına dayalı bu düzeni ortadan kaldırmanın tek gerçekçi çıkış yolu olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Yargı sopası devrede
Yargı, iktidarı boyunca AKP’nin en önemli silahlarından birisi oldu. Bir dönem Fethullahçı çete ile birlikte yürütülen siyasi davalarla karşı-devrim sürecinin önü açılırken, son yıllarda ise siyasi davalar muhalefetin üstünde bir sopa işlevi görüyor. Ayrıca iktidar ne zaman kendisini güçlü hissetse siyasal alanı daha da fazla daraltmak için yargı kartını devreye sokuyor.
Geçtiğimiz hafta açılan davaların ve yapılan tutuklamaların da hukuki olmaktan uzak olduğu açık. Özellikle “yeni açılım” kapsamında Bahçeli’nin çıkışının ardından DEM Parti heyeti ve Öcalan ile yapılan görüşmeler sürerken, sürece dair iki farklı taraftan “arıza” çıkarması muhtemel gruplara gözdağı anlamına gelen adımlar atıldı.
MHP kökenli faşist Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ önce Cumhurbaşkanı’na Hakaret suçlaması ile gözaltına alındı. Daha sonra ise eski sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek tutuklandı. DEM Parti bileşenlerinden Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) üye ve yöneticisi 34 kişi işe “örgüt üyesi olmak” ve “örgüt propagandası yapmak” iddiaları ile tutuklandılar. AKP yargısının “hızlı” işleyişi yakın dönemde sürece ilişkin yeni gelişme ihtimalini işaret ediyor.
Dizi ve sinema sektöründe tekelleşme iddiaları ile başlatılan soruşturmanın Gezi Direnişi’ne uzatılması da yine yargının iktidar tarafından nasıl kullanıldığı açısından önemli bir gösterge. AKP’nin gerçekten tekelleşmeye karşı olduğunu düşünmek elbette mümkün değil. AKP, her alanda olduğu gibi para kaynaklarının kendilerine yakın unsurların elinde olmasını bekliyor. Konunun hiçbir muhalif siyasi unsurun gündeminde olmamasına karşın Gezi’ye taşınması ise özellikle not edilmeli. AKP her fırsatta halkın siyasete müdahale ihtimalini ortadan kaldırmayı ve dolayısıyla bunun en önemli örneklerinden olan Gezi’yi mahkum etmeyi kural edinmiş durumda. Kişisel servet edinmek için işlenen suç iddiaları ile gündeme getirilen oyuncuların ve onların menajerinin Gezi’de yer almalarının gündem edilmesi de bu amaca hizmet ediyor.
Gezi Parkı eylemleri ile başlayan Haziran Direnişi’ne içinde yüzlerce sanatçının da yer aldığı milyonlarca yurttaş aktif bir biçimde katılmış; AKP’nin ülkeyi getirdiği karanlığın tam karşısında bir çıkış için hep birlikte mücadele vermişti. Gezi, halkın yeniden bir halk olduğunu hatırladığı, memlekete sahip çıkma iradesinin vücut bulduğu büyük ve onurlu bir direniştir. Herhangi bir kişinin Gezi’de yer almış olması suç olmayı bir yana bırakalım, bir onur nişanesi olarak görülebilir ancak.
ABD yeni rota arayışında
ABD’de Başkanlık görevini resmen devralan Donald Trump, emperyalist-kapitalist sistemin ekonomik ve siyasal-ideolojik düzlemlerdeki tıkanıklığını aşma iddiasıyla gündeme getirdiği açılımları yürürlüğe koymaya başladı. İlk başkanlık döneminin aksine Cumhuriyetçi Parti başta olmak üzere düzenin yerleşik kurumlarını kendisiyle uyumlulaştırmaya başlayan Trump, sözde “elitlerle mücadele” adı altında ABD’nin en büyük zenginlerini arkasına alıyor, emperyalist-kapitalist sistemi mevcut liberal-kimlikçi çerçevenin dışında bir dengeye yöneltiyor.
ABD emperyalizminin “barış”, “çeşitlilik” ve “insan hakları” maskeli eski hali gibi “Önce Amerika” diyen yeni hali de dünya halklarına olumlu hiçbir şey vadetmiyor, edemez. Tüm kaynaklarını esas düşman olarak gördüğü Çin’e karşı seferber edebilmek için gündemden düşürmek istediği Ortadoğu’da Gazze ateşkesi için arabuluculuk yapan yeni yönetim bir yandan katil İsrail’e tüm gelişkin silahlarla ilgili sınırlamaları kaldırıyor, barbarca bir kıyımın ve onurlu bir direnişin damgasını vurduğu Gazze’yi turistik bölgeye çevirme hayalleri kuruyor, dünya haritasında Gazzelileri topluca sürgün edecek ülke arıyor. Düzensiz göçle mücadele ve sanayileşme vurgularıyla sanayi işçilerine göz kırparken diğer yandan devleti küçültmenin, sosyal harcamaları kısmanın, kamuda istihdamı azaltmanın ve esnekleştirmenin yollarını arayarak emekçi sınıflara yönelik büyük bir saldırıya hazırlanıyor, Çin’e karşı çok yönlü bir saldırganlık artışıyla dünyayı bir başka felaketin eşiğine getirebileceğinin sinyalini veriyor, patronlara ise vergi indirimi müjdeliyor.
Emperyalist-kapitalist sistem ikinci Trump dönemiyle kendisine yeni bir yol açmaya çalışırken dünya ve Türkiye ise devrimcilerini arıyor. Yolunu kaybetmiş dünyanın ve Türkiye’nin aydınlık geleceğine giden yol bizlerin eşitlik, özgürlük, laiklik ve bağımsızlık için yani sosyalizm için mücadeleyi yükseltmemizden geçiyor.

