İkinci Trump dönemi
2017-2021 yılları arasında ABD Başkanı olarak görev yapan Donald Trump, bir dönem aradan sonra tekrar aynı görev için seçildi. Seçim döneminde bir suikast girişimi de atlatan Trump, ABD’nin seçim sistemine göre başkan seçilebilmek için çoğunluk oyu alınması gereken eyalet sayısının bir hayli üzerine çıkmayı başararak emperyalist savaş makinesinin başına geçmeye hak kazanmış oldu.
Trump, önceki döneminde Erdoğan ile gelgitli bir ilişkiye sahipti. İkili, diplomatik teamüllere uygun olmayan biçimde damatları üzerinden çeşitli temaslar da kurmuştu. Birinci Trump döneminde Rahip Brunson olayı Türkiye ekonomisine büyük bir darbe indirirken Suriye’ye yönelik “Barış Pınarı” harekatına karşı Trump’ın Erdoğan’a gönderdiği tehdit ve hakaret dolu mektup ise döneme damgasını vurmuştu. Erdoğan, Trump’ın ikinci kez seçilmesinin ardından kendisini tebrik etmek için aradığını ve ona Biden dönemi ile ilgili “eski yönetimin hatalı politikalarını terk etmesini bekliyoruz” dediğini ifade etti.
ABD’de iktidardaki Demokratların yenilgisi de Cumhuriyetçilerin galibiyeti de kendi başlarına bir anlam ifade etmiyor. Sistem, daha fazla yoksulluk üretirken, Amerikan toplumuna herhangi bir gelecek sunamıyor. Bu durum, iktidarda kim olursa olsun yıpranmasına yol açıyor. Devrimci bir alternatifin yokluğunda Amerikan halkı için de emperyalist tahakküm altındaki dünya halkları için de olumlu bir değişiklik ortaya çıkmıyor, sahnedeki aktörler ve ortaya konan “performans” biçimsel değişiklikler gösteriyor.
Kayyum saldırısı CHP’deki çatlakları büyütüyor
İktidarın İstanbul Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atanması yoluyla yaptığı hukuksuz saldırının etkileri sürüyor. Farklı güç odakları ve siyasiler arasında ilkesiz ve gizli pazarlıklara dayalı olarak yapılan kırılgan ittifaklarla elde edilen seçim başarıları, karşı devrim iktidarının ilk saldırısında muhalefetin kendi içinde kavgaya tutuşmasına yol açtı. 10 yıl öncesinin telefon konuşmalarına dayanılarak, hem de üstelik AKP’nin bu konudaki sicili ortadayken, Türkiye’nin en büyük ilçe belediyesine çökülmesi gibi alenen gayrimeşru bir gasp karşısında paramparça olunması, düzen muhalefetinin AKP’ye karşı ciddi bir alternatif oluşturmaktan uzak olduğunu ortaya koyuyor. Siyasetin düzlemi politik ve ideolojik tutumlar yerine rant ve koltuk kavgasınca belirlendiği için iktidarın saldırısı CHP içi kliklerden birini hedef aldığında diğerleri de ortak politik hedeflerden ziyade kendi iç gündemlerine odaklanıyorlar.
Düzlem en baştan sağlıksız kurulunca tartışmanın merkezinde durması gereken konular gündeme bile gelmiyor. Sözde vatanseverliği temsil ettiği iddiasıyla Cumhurbaşkanı adaylığı için zemin yoklarken 29 Ekim’i gerçek bir cumhuriyet için mücadele günü olmak bir yana içi boş bir eğlenceye indirgeyen Mansur Yavaş, halk açlıkla boğuşurken Ankara halkına ait milyonlarca lirayı peşkeş çekiyor. “69 milyon değil, KDV dahil 44 milyon 937 bin 117 lira” gibi akla ziyan bir açıklamayla temize çıktığına inanabiliyor. Keza kendisini CHP içinde ilericilerin Cumhurbaşkanı adayı olarak konumlandırmaya çalışan Ekrem İmamoğlu da belediye imkanlarıyla tekke açılışı yapıp 677 sayılı kanunu ihlal etmek konusunda iktidarla rekabete giriyor. AKP’den kurtuluşun CHP klikleri arasındaki didişmeden ve düzen muhalefetinin gölgesine sığınmaktan değil, karşı devrimi yenilgiye uğratacak halkçı ve devrimci bir alternatif yaratmaktan geçtiği bir kez daha görülüyor.
Narin gericiliğe kurban edildi
Narin cinayetinin davası görülmeye başlandı. Duruşma salonundaki gelişmeler anlık olarak medyaya yansıyor olsa da cinayet hala aydınlatılabilmiş değil. Ortaya çıkan tek ve büyük gerçek, Diyarbakır’da bir köyü, hatta memlekette pek çok köy, kasaba ve şehri teslim almış karanlık ağların istedikleri gibi at koşturdukları, cinayetler işleyip örgütlü olarak örtbas edebildikleri. Olay anında Narin’in küçük bedenini bizzat katleden caninin kim ya da kimler olduğu, cinayet motivasyonunun tam olarak ne olduğu gibi olguların aylardır süren soruşturmaya ve kamuoyu ilgisine karşın hala netleşemiyor olması, cinayetin arkasında güçlü bir yerel ağ olduğunu kanıtlıyor.
Küçük bir kız çocuğunun ölümü, “toplumun gerçeği” ya da “sivil toplum dinamikleri” denilerek meşrulaştırılmaya çalışılan feodal unsurların ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı. Narin’i yerel feodal gericilik öldürdü. Adem-i merkeziyetçilik “demokrasi” olarak yutturulurken, ülkenin yurttaşları da yerel feodal gericiliklere karşı savunmasız bırakıldı. Narinlerin ve milyonlarca çocuğun bu sapık çeteler tarafından katledilmesinin engellenmesi, ancak yurttaşların örgütlülüğü ve bu feodal güç odaklarının devrimci bir kamu otoritesi eliyle ezilmesiyle mümkün.