Türkiye’nin petrolü Amerikalı şirkete akacak
Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı ve ABD’li petrol üreticisi Continental Resources arasında 17 Mart’ta bir anlaşma imzalandığı ortaya çıktı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Şırnak-Gabar’a yaptığı ziyarette gazetecilere müjde olarak verdiği bilgide Diyarbakır’da 6 milyar varil kaya petrolü olduğu, konvansiyonel yöntemlerle çıkarılamayan bu petrol için ABD’li şirket ile anlaşıldığını ifade etti. Yine aynı açıklamada, Trakya’da da bu sefer doğal gaz için benzer bir yöntemin izlenmesinin beklendiği belirtildi.
Ülkemizde yeni enerji rezervlerinin bulunmasına sevinmeden önce bir durup düşünmek gerekiyor. Özellikle ABD Başkanı Trump’ın Ukrayna Lideri Zelenski’ye kamuoyuna açık ve onur kırıcı bir biçimde dayattığı Ukrayna’nın nadir element rezervlerinin çıkarılma işinin Amerikalı şirketlere devri konusunun hatırlanması önemli.
Emperyalist Amerika Birleşik Devletleri, emperyalist-kapitalist sisteme bağlı ülkelerle tam da bu şekilde bir ilişki kuruyor. ABD desteği alan gerici liderler önce kendi halkına ve başka ülkelere karşı suç işlemek için teşvik ediliyor, hatta buna zorlanıyor. Daha sonra ise bu suçlarının örtbas edilmesi, ABD tarafından onlara arka çıkılması için uluslararası tekellere kolaylıklar talep ediliyor, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin emperyalist merkezlere aktarılması için onursuz anlaşmalar dayatılıyor.
Emperyalist yağmanın Ukrayna örneğindeki açıktan bir güç gösterisi olacak bir biçimde gerçekleşmesi pek sık rastlanan bir yöntem olmasa da, halktan gizlenen ya da müjde gibi sunulan anlaşmalar yoluyla ülkelerin kaynaklarına çökülmesi emperyalizm için oldukça sıradan. ABD, AKP’nin ömrünü uzatmasına destek karşılığında hem Ortadoğu’daki saldırganlığına destek alıyor hem de ülkemizin kaynaklarının Amerikan şirketlerine akmasını sağlıyor. Bu nedenle Türkiye için AKP’den kurtulmak aynı zamanda bir bağımsızlık meselesi anlamı da taşıyor.
Vestel’de patronlar yedi içti, hesap işçilere kesildi
Türkiye kapitalizminin vitrinlerinden, yıllarca “milli teknoloji” diye pazarlanan Vestel, bugün 2.000 işçiyi kapının önüne koyarak ayakta kalmaya çalışıyor. Mehmet Şimşek’in sermayeye sınırsız kaynak açan, halkı yoksulluğa mahkûm eden politikalarının bedelini yine emekçiler ödüyor. Şirket “verimlilik” bahanesine sığınıyor ama gerçek; fabrikalarda sabah işe gidip gidemeyeceğini bilmeyen işçilerin hayatında yaşanıyor.
Zorlu ailesi servetine servet katarken, işçinin lokması küçülmüştü. Şimdi kârlılık dibe vurmuş, faiz giderleri gelirleri aşmış durumda. Vestel, beyaz eşya bölümü de dahil büyük bir çöküş yaşıyor. Bu durumda ise tüm patronlar gibi, faturayı işçiye kesiyorlar. CEO Ömer Yüngül “işten çıkarmalara fokus olmayın” diyor ama işçiler tam da oraya ‘fokus’ olmak zorunda. Çünkü bu “zarar” onların hayatını, geçimini, geleceğini yakıyor. Vestel’de yaşanan, yalnızca bir şirketin mali krizi değil, tüm bir ekonomik sistemin çürümüşlüğü.
Sömürüye karşı bahane olarak sunulan “ama patronlar da risk alıyor” sözünün ne denli yalan olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Olağan dönemlerde patronlar kârlarına kâr katarken işçiler düşük ücretlere mahkûm ediliyor. Kriz dönemlerinde ise emekçiler kendilerini kapının önünde buluyor. Kapitalizmde her durumda patronlar kazanıyor, işçiler kaybediyor. İhracat düştü diye, kredi bulamıyoruz diye, üretim yavaşladı diye faturayı emekçiye kesen bu düzene karşı, Türkiye’nin dört bir yanındaki emekçilerden yükselen ses mutlaka büyüyecek.
İsrail meşruiyet krizinde
Saldırgan politikalarıyla dünya halklarının öfkesini çeken İsrail, Gazze’de katliama koşulsuz destek veren Batılı liderler nezdinde dahi savunulamaz hale gelmeye başladı. Filistin başta olmak üzere bölge halklarına yönelik saldırılarına yapılan eleştirileri savuşturmak için başvurulan “anti-Semitizm” yaftası ise artık İsrail’in meşruiyet krizine çare olamıyor.
Geçtiğimiz günlerde işgal altındaki Batı Şeria’nın Cenin kentinde içinde üst düzey diplomatların bulunduğu bir heyetin İsrail güçlerince gerçek mermilerle hedef alınması Batılı hükümetlerin İsrail’e koşulsuz destek politikasında çatlağa neden oldu. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell İsrail’le düzenli siyasi diyaloğun askıya alınmasını talep ederken İngiltere, Fransa ve Kanada gibi İsrail’i koşulsuz destekleyen ülkeler de İsrail’e tavır almaya başladı. Keza 21 Mayıs’ta Vaşington’da ABD yurttaşı Elias Rodriguez’in “Özgür Filistin” sloganı atarak iki İsrailli diplomatı öldürmesi üzerine İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sarr ile ABD Başkanı Donald Trump’ın “anti-Semitik kışkırtma” ve “terör” suçlaması da dünya kamuoyunda ABD ve İsrail yönetimlerinin umduğu etkiyi yaratmadı. Gazze’de bir buçuk yılı aşkın süredir devam eden yıkım ve katliam politikasına karşı dünyanın dört yanında sokağa çıkarak yaşanan vahşeti gündemde tutan milyonlarca insan, Ortadoğu’nun başına bela olan İsrail’in meşruiyetini sarsmış durumda.
Öte yandan Netanyahu hükümetinin İran’a yönelik bir saldırı planını gündeme taşıyarak el yükseltmesi, Suriye’nin çökertildiği ve İran’ın bölgede geriletildiği koşullarda dahi İsrail’in doymadığını gösteriyor. İç kamuoyunda yaşadığı sorunları savaş politikasıyla ertelemeye çalışan Netanyahu, eli kanlı bir savaş suçlusu olduğunu dünya halklarına her gün tekrar tekrar hatırlatıyor.