Yargı saldırıları hız kesmiyor
AKP’nin siyasal alana yönelik tasfiye operasyonları sürüyor. Başta bölgemiz olmak üzere Dünya büyük bir savaşa doğru sürüklenirken AKP iktidarı da içeride yaşadığı toplumsal meşruiyet kaybını hukuk sopası ile telafi etmeye çalışıyor. Gazetecilere yönelik saldırıların son halkası olarak Timur Soykan, sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek gözaltına alındı. “CHP Kurultay Davası” olarak bilinen ve mevcut CHP yönetiminin seçildiği kurultayı konu alan dava Eylül ayına ertelenirken belediyelere yönelik operasyonlar ise hızlandı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Tunç Soyer’in yanı sıra Adana, Adıyaman ve Antalya’nın mevcut belediye başkanları da baskınlarla gözaltına alındı. İfadeleri operasyonlara gerekçe gösterilen itirafçının ise CHP’li belediyelerle olduğu gibi AKP’li belediyelerle de ihale ilişkileri biliniyor. AKP’li hiçbir belediyenin soruşturma konusu dahi olmaması ise iktidarın görüntüde dahi hukuk sınırları içinde kaldığını kanıtlama iddiasını taşımadığını gösteriyor. Öte yandan yine CHP’li Manavgat Belediyesi’ne gerçekleştirilen operasyonda suçüstü yapılması ise AKP’ye aylardır arayıp da bulamadığı görüntüleri sağlamış oldu.
Süreç bu şekilde ilerlerken çokça tartışılan “CHP ne yapmalı?” sorusunun anlamsızlığı bir kez daha kendisini gösteriyor. Operasyonların doğrudan muhatabı olan partinin yapabilecekleri kendi örgütlenişi, ideolojik ve siyasal referansları ve dolayısıyla dayandığı kuvvetler nedeniyle sınırlı. AKP’yi ve ona güç veren düzeni yenebilmek için gerçek ihtiyaç, halkın çıkarlarını doğrudan siyaset sahnesine taşıyabilecek bağımsız bir siyasal kuvvet oluşturulması.
Orman yangınlarının sorumlusu iktidardır
Yaz mevsiminin gelmesi ile birlikte Türkiye’nin çeşitli noktaları yanmaya başladı. Doğal olanın çok ötesine taşan bu yangınlar konusunda iktidarın sorumluluğu ise yalnızca yerleşim yerlerinin yangına karşı korunaklı hale getirilmesi ile sınırlı değil.
Sermayenin ihtiyaçları için daha önce yok olmuş olan ormanlık arazilerin imara açılmış olması adeta yangın çıkarmaya bir teşvik işlevi görüyor. Böylece zaten mevsimsel nedenlerle doğal olarak ortaya çıkan yangınlara bir de kâr hırsı ile yapılan kundaklamalar ekleniyor.
Enerji dağıtımının özelleştirilmesinin doğrudan bir sonucu da bu nedenle ortaya çıkan yangınlardaki olağanüstü artış oldu. Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) yayımladığı verilere göre elektrik dağıtımının özelleştirildiği 2010 yılında nakil hatlarından kaynaklanan orman yangınlarının oranı yüzde 4,9 iken 2021 yılında aynı oran yüzde 26,8 olarak tespit edildi. Böylece elektrik dağıtımının özelleştirilmesi sonucunda halkın kaynakları özel şirketlerin cebine aktarılırken ormanlarımızın yok edilmesinin de önü açılmış oldu.
Yangınlar ile ilgili iktidarın bir diğer sorumluluğu ise iktidarın gerici ajandası gereği Türk Hava Kurumu’nu (THK) çökertmesi oldu. Yangın söndürme çalışmalarında önemli bir yer tutan kurum, AKP iktidarının ilk yıllarından itibaren hedef alındı ve görevini yapamaz hale getirildi. Kurum, 2019 yılından beri kayyum ile yönetiliyor.
Orman yangınlarının en aza indirilebilmesi ve ortaya çıktığında ise etkili bir şekilde müdahale edilebilmesi ancak piyasacı anlayıştan bir bütün olarak kurtulmakla sağlanabilir. Yerleşim yerleri merkezi bir planlama ile yeniden düzenlenmeli, orman arazilerinin herhangi bir biçimde sermaye talanına açılması engellenmeli, enerji sektörü bir bütün olarak kamulaştırılmalı, yangına müdahale için tümüyle kamusal bir plan oluşturulmalıdır.
Yobazlar bildiğimiz gibi
Sivas Katliamı’nın üstünden 32 yıl geçti. Sorumlular cezalandırılmazken, aydınlarımızı yakan gerici güruhun avukatları milletvekilliği dahil çeşitli kamu görevleri yürüttüler. Katliam, aynı zamanda Türkiye’nin gerici dönüşümünde önemli bir rol oynadı. AKP eliyle yürütülen karşı-devrimin köşe taşları Sivas Katliamı ile döşendi.
Geçtiğimiz hafta gericiler tarafından benzer bir tertip daha düzenlendi. Leman Dergisi’nin İsrail vahşetini eleştiren karikatür bahane edilerek dergi binası yobazlar tarafından basıldı, katliam provası yapıldı. Ancak bu deneme, Türkiye’de doğru bilinen birçok ezberin yanlışlığını da kanıtlamış oldu.
Türkiye’de halkın gerici olduğu ve konu dini hassasiyetler olduğunda her türlü provokasyona açık olduğu fikrinin uydurmadan ibaret olduğu görüldü. Leman Dergisi’nin, bizzat AKP’li adalet bakanı tarafından hedef gösterilmesine ve polisin her türlü desteğine karşın yobaz güruh bir avuçla sınırlı kaldı. Tepkiler ülkenin başka hiçbir yerinde ise karşılık bulmadı. AKP’nin ancak kendisi gibi gericilerle ittifak yapılarak yenilebileceğine ilişkin görüşlerin ne kadar zararlı olduğu bir kez daha görüldü. “Altılı Masa” süreci ile mecliste koltuk kapabilenlerin gerici bir konum alması ise bu tarz ittifak denemelerinin hem halkta bir karşılığının olmadığını hem de bu “ittifak unsurlarının” kırılma anlarından karşı-devrim saflarında yer alacaklarını ortaya koydu. AKP tarafından hukuksuz bir biçimde tutuklanmış olan İmamoğlu’nun gericilere prim veren açıklaması da aynı yanlışın bir başka tezahürü olarak not edilmeli.
Türkiye iddia edildiği gibi gerici bir toplumsal dokuya sahip değil. Bizzat karşı-devrimci sermaye iktidarları tarafından ağır bir ideolojik ve siyasal saldırıya uğramış olmasına karşın laiklik bu toplumun vazgeçilmez bir değeri. Türkiye’nin kurtuluşu için amasız fakatsız bir laik duruşun siyasal alanda kendisini göstermesi ise bir zorunluluk.