İçeriğe geç

Devrim Hareketi 1. Olağan Kurultayı Siyasi Metni ve Kararları

Siyasi Metin

  1. Emperyalist-kapitalist sistemin siyasal ve ideolojik çerçeve sunamama hali süreklilik kazanmıştır. Bu durum hem emperyalizmin farklı bölgelerde yarattığı çatışmaların karara bağlanamamasında hem de emperyalist merkezler de dahil tek tek ülkelerin iç siyasetlerinde yaşanan istikrarsızlıklarda kendini göstermektedir.
  2. ABD’de Joe Biden’ın başkan seçilmesi ile başlayan yeni süreçte emperyalizmin mevcut krizi görece kontrol altına alma adına daha fazla inisiyatif kullanacağı öngörülebilir. Ancak Biden’ın başkanlığı, emperyalist saldırganlıkta da artışın eşlik edeceği kısa süreli bir toparlanmanın ötesinde bir anlam taşımayacaktır.
  3. Emperyalist-kapitalist sistem, lider ülke konumundaki ABD’den başlayarak ekonomik ve siyasi açıdan güç kaybederken ABD-AB blokunun dışında kalan Rusya ve Çin görece istikrarlı ve gücünü artıran odaklar olarak öne çıkmaktadır. Bu ülkeler Asya, Kafkasya, Ortadoğu ve Avrupa’da etkilerini artırmakta, ABD’nin etki alanını sınırlandırmaktadır.  Ancak başta ABD olmak üzere NATO ittifakının ekonomik ve askeri açılardan üstünlüğü sürmektedir. Bu durum dünya sisteminde güç merkezinin bir tür yumuşak geçişle yer değiştirmesini olanaksız kılmakta, yeni gerilimlere kapı aralamaktadır.
  4. Emperyalist-kapitalist sistemdeki tıkanıklık kendiliğinden iyiye gidiş vadetmemekte, dünya halkları açısından büyük yaşamsal tehditlere de kapı aralamaktadır. Afganistan’da istediği dengeyi kuramayan ABD’nin bu ülkeyi Taliban’a teslim etmesi, emperyalist merkezlerin yeri geldiğinde en gerici ve en vahşi güçleri göreve çağırmaktan çekinmeyeceklerini gösteren bir örnektir. Taliban iktidarı başta Asya’da yeni bir gerici hamleyi simgelemekte, gericilik karşısında devrimcilerin insanlığın tek umudu olduğunu hatırlatmaktadır.
  5. COVID-19 pandemisinin ekonomik ve sosyal tahribatı karşısında piyasacı neoliberal model çaresiz kalırken tarihsel nedenlerle sosyalizme ait kazanımlara sahip olan ülkeler salgının ekonomik ve sosyal etkilerini yönetmekte görece başarılı olmaktadır. Neoliberal modelin insanlığın sorunlarını çözmedeki kifayetsizliği, farklı başlıklarda artarak sürmektedir. Bu aşamada sosyalizmin bir karşı alternatif ya da ideolojik ağırlık merkezi haline gelmesi söz konusu değilse de dünya genelinde neoliberal modelin prestiji sarsılmış, kamucu ve sosyalizan çıkış önerilerinin etki alanı genişlemiş, egemenlerin kamuculuk tartışmasından kaçması olanaksız hale gelmiştir. Ancak dünyanın herhangi bir bölmesinde devrimci dönüşümler yaşanmadığı takdirde sistemin kendi dinamikleriyle uluslararası tekelleri kimi kazanımlarından feragat etmeye zorlayacak yeni bir sosyal devlet modeli tasarlaması olası görünmemektedir. Devrimciler, kamuculuk tartışmasının emekçilerin gündeminde daha fazla yer bulması ve kamucu talepleri sosyalistlerin temsil eder hale gelmesi için ideolojik mücadele vermekle yükümlüdür.
  6. Sistemin krizi karşısında farklı ülkelerde sol adına kimi denemeler yapıldıysa da bunların genel olarak başarısız olduğu görülmektedir. ABD ve İngiltere’de Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn gibi liderler ile İspanya’da Podemos, Yunanistan’da SYRIZA gibi partiler üzerinden yapılan sol popülist denemelerin başarısızlığı, gerek kısa vadeye odaklanan yaklaşımların gerekse süreklileşmiş örgütlü mücadelelere dayanmayıp halk kitlelerini seçmene indirgeyen siyaset tarzının sınırlarını göstermiştir. ABD’deki ırkçılık karşıtı kitlesel eylemlilikler ile Latin Amerika’daki halk ayaklanmaları geniş kitlelerin sisteme yönelik öfkesinin sürekliliğini ortaya koyuyor olsa da bu tepkileri ilgili ülkelerin koşul ve dinamiklerine uygun ve bütünlüklü birer siyasi program altında toplayacak öznelerin yokluğunda halk hareketlerinin elde ettiği kazanımlar sınırlı ve geçici olmaktadır. 
  7. Mevcut durum sol açısından gerek Türkiye ve dünyaya rota önerme gerekse örgütlü gücünü büyütme görevinin gereğini artırmaktadır. Devrimciler önümüzdeki dönemde ülkenin ve dünyanın geleceğini temsil iddiasına dayalı ideolojik mücadelenin ağırlığını artırmalı, devrim ve sosyalizmi hedefleyen örgütlü gücü büyütmelidir.
  1. AKP iktidarı “lider ülke olma” iddiasıyla Ortadoğu, Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Kafkasya’da farklı gerilim başlıklarında taraf olmakta, birçok noktada askeri gerilimlere doğrudan dahil olarak yakın coğrafyasında istikrarsızlık yaratmaktadır. AKP’nin maceracı dış politikası, emperyalizmin yakın coğrafyamıza müdahale olanaklarını artıran iş birlikçi bir politikadır.
  2. ABD ve farklı Batılı ülkeler ile kimi uğraklarda artan gerilimler, AKP dış politikasının ana doğrultusunun Amerikancılık olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Filistin mücadelesine kuru gürültü dışında destek vermeyen AKP iktidarı ABD ve İsrail ile ekonomik ve askeri iş birliğini aynen sürdürmekte; farklı bahanelerle girdiği Suriye, Irak ve Libya gibi ülkelerden çıkmayarak bu ülkelerin belli bölgelerinde fiilen işgal yönetimleri kurmakta; etnik ve mezhepsel gerilimleri kışkırtarak bölgede barış ve güvenliği tehlikeye atmaktadır. Bu dış politika anlayışı bölgede ABD emperyalizmin müdahalelerine alan açmakta, ABD karşısındaki direnç noktalarını zayıflatmaktadır.
  3. AKP iktidarı ABD ve Rusya arasında salınan dış politikadaki tutarsızlıkların ve başına buyrukluğun sınırına geldiğini görmekte, pazarlıkçı davranarak ABD-AB blokuyla arasındaki pürüzleri giderme önceliğiyle hareket etmektedir. Doğu Akdeniz ve S-400’ler gibi başlıklarda atılan geri adımlar ile Karadeniz ve Afganistan gibi coğrafyalarda iş birliğini derinleştirmek için yapılan pazarlıklar bunun göstergeleridir. AKP’nin ABD ile arasındaki pürüzleri gidermek için Türkiye’nin kendi suları üzerindeki egemenlik hakları dahil her şeyi masaya getirmekteki pervasızlığı, bu iktidarın Türkiye için oluşturduğu tehdidin büyüklüğünü göstermektedir.
  4. AKP dış politikası gerek ABD ile Rusya arasında salınan tutarsızlıkları gerekse yakın coğrafyasında kıvılcımlara benzin döken maceracılığıyla Türkiye’yi dış müdahalelere daha açık hale getirmekte, bölgedeki kriz dinamiklerini ülke içine taşıyarak ciddi güvenlik riskleri yaratmaktadır. AKP’nin maceracı dış politikasıyla mücadele, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin gereğidir.
  5. Çatışmaların 10 yıldır devam ettiği komşumuz Suriye’de AKP iktidarının gayrimeşru müdahalelerinin de etkisiyle kriz süreklileşmiş, ABD emperyalizmi ve İsrail’in hedef aldığı meşru hükümet Suriye’nin belli bölgeleri üzerindeki egemenliğini yitirmiştir. Gerek mülteci krizi gerekse tüm bölge halklarını tehdit eden cihatçı teröristlerin faaliyetleri nedeniyle Suriye sorunu, Türkiye açısından da güvenlik sorunu haline gelmiştir. Devrimciler, Türkiye’nin cihatçı terör şebekelerine ve emperyalizme karşı Suriye’nin meşru hükümeti ile iş birliği yapmasını savunmaya devam edecektir.
  6. AKP’nin dinci ve milliyetçi bir retorikle ve “milli çıkarlar” aldatmacasıyla sürdürdüğü maceracı dış politikası esasen ABD emperyalizmiyle iş birliğini derinleştirme, İhvan ve El Kaide artıklarıyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da şeriatçı yığınak oluşturma ve ilgili coğrafyada yandaş sermayeye legal ve illegal rant olanakları yaratma hedefini gütmektedir. Devrimciler AKP dış politikasının gerçek niteliğini teşhir etmeli, “milli çıkarlar” aldatmacasına karşı emekçilerin güvenliğini ve bölge halklarıyla kardeşliği esas alan ülke çıkarlarının savunucusu olmalıdır.
  1. İktidar blokunun mevcut yapısına bakıldığında, iktidara süreklilik kazandıran temel mekanizmanın mafya-tarikat-sermaye olduğu görülmektedir. AKP-MHP ittifakı bu anlamıyla siyasal alandan toplumsal ve iktisadi düzlemlere uzanırken bir dizi farklı müttefike hem etki alanı tanımakta hem de rant dağıtmaktadır. İktidar blokunun yaslandığı bu mekanizma aynı zamanda süreklileşmiş iç gerilimlere kaynaklık eden, mevcut iç çatışmaları besleyen ve istikrarsızlığı kalıcılaştıran bir faktör olarak karşımızda durmaktadır.
  2. Mevcut tablo, piyasa mantığıyla yürütülmesi olanaksız olan hizmet ve işlevlerin rant için sermayeye devredildiği neoliberal birikim rejiminin kamusal olanı tasfiyesi ile AKP’nin Cumhuriyet’i devletten tasfiyesinin ortak ürünü olan devletin çözülmesi sürecinin doğal sonucudur. Cumhuriyet’in kamucu ve kalkınmacı bir anlayışla inşa ettiği kurumlar 12 Eylül darbecilerinden başlayarak neoliberal iktidarlar tarafından hırpalanmış, AKP iktidarı tarafından ise yok edilmişlerdir. Devletin çözülmesi, devlet aygıtının gündelik sorunları çözebilme ve hem egemen sınıfın içinde hem de egemen sınıf ile halk sınıfları arasında baskının yanında rızaya dayanan sürdürülebilir bir denge kurabilme yeteneğini yitirmesi anlamına gelmektedir. Devletin çözülmesi, yangın ve sel felaketleri karşısında çaresizlik ve bir suç örgütü liderinin itiraf ve ifşaatının devlet içinde çatırdama yaratabilmesi gibi durumlarla somutlanmaktadır.  
  3. Neoliberal dönüşümle doğrudan ilgili olan devletin çözülmesi süreci, karşı devrimci AKP iktidarının Cumhuriyet’i devletten tasfiye etme tercihiyle birleşince daha yıkıcı olmuştur. Siyasi kumpas davalarıyla birlikte Gülen cemaatine emanet edilen devlet aygıtı, AKP-Cemaat çatışması sonrasında farklı tarikat ve mafyatik ilişki ağlarının kontrolüne bırakılmıştır. Yaklaşık 20 yıllık karşı devrim sürecinin sonunda iktidarın doğrudan müdahalelerinden görece özerk bir devlet aygıtı ve aklı kalmamış, devlet aygıtı iktidarın çevresindeki güç odaklarının gündelik çekişmeleri ve çıkar kavgaları ile belirlenir hale gelmiştir. Gelinen noktada, zaten sürdürülebilir olmayan mevcut dengenin de yeni bir kırılmaya doğru ilerlediği görülmektedir. Bu sürekli altüst oluş hali anomali olmayıp devletin çözülmesi sürecinin doğal bir sonucudur.
  4. Saray/Tek Adam Rejimi gibi kavramsallaştırmalar, oturmuş bir yapıya işaret ederek hem iktidarın Türkiye’yi yönetme becerisini yitirmesini hem de iktidar blokunun parçalı yapısını ve iç çelişkilerini görünmez kılmaları nedeniyle terk edilmelidir. Bu kavramsallaştırmalar AKP iktidarı eliyle yaratılan bir dizi sorun ile halka karşı işlenen suçların sorumluluğunun bir kişiye ya da dar bir gruba yüklenmesi ve diğer suç ortaklarının aklanması riskini de taşımaktadır.
  5. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, “yüzde 50+1’i yakalama” zorunluluğunu getirerek iktidarı ittifaklara daha fazla bağımlı kılmış, iktidarın manevra yeteneğini ve buna bağlı olarak kriz yönetme becerisini azaltmıştır.
  6. AKP eliyle yönetilen yağma ekonomisi sürdürülemez hale gelmiştir. Devletin kasasından yandaş sermayeye rant dağıtımına dayalı model kasanın tamamen boşalmasıyla sonuçlanmış, emekçiler açısından yıkıcı sonuçları olan ekonomik dalgalanmalar yönetilemez hale gelmiş, Türk lirası hızla değer kaybederken COVID-19 pandemisinin de ağırlaştırıcı etkisiyle Türkiye olağanüstü düzeyde yoksullaşmıştır. Sol açısından mücadele başlığı olan bu tablo, iktidar blokunun toplumu ikna kapasitesini de azaltmaktadır.
  7. AKP iktidarının tıkandığı bir diğer konu ise göçmen sorunudur. Emperyalizmin saldırdığı Suriye’yi bir yandan askeri olarak hedef alırken diğer yandan insansızlaştırma ve sermaye çıkışı ile çökertmeyi hedefleyen AKP iktidarı, bu politikasıyla Türkiye’yi de kaldıramayacağı bir göçmen yükü ile karşı karşıya bırakmıştır. Taliban’ın ele geçirdiği Afganistan’dan gelebilecek bir yeni göçmen akınının sorunu iyice içinden çıkılmaz hale getirmesi ihtimal dahilindedir. Türkiye’yi yıllık birkaç milyar Avro karşılığında AB’nin sınır bekçisi ve göçmen hapishanesi haline getiren göç politikası, insani olmadığı gibi sürdürülebilir de değildir. Devrimciler fırsatçı patronlar tarafından kölelik koşullarında çalıştırılan göçmenlerin sömürülmesini ve AKP’nin dış politika kozu olarak kullanılmasını mahkum etmekte, sözde göçmen dostu AKP’nin ikiyüzlülüğü ile kimi milliyetçi odakların göçmen düşmanı kışkırtmaları arasındaki taraflaşmanın parçası olmayı reddetmektedir. Göçmen sorununun gerçek ve devrimci çözümü, göçmenlerin özgür ve insani koşullarda gönüllü geri dönüş koşullarının yaratılması ve Türkiye’de kalmaya devam edecek göçmenlerin insani ve sürdürülebilir koşullarda entegrasyonu ile mümkün olacaktır.
  8. Ekonomi ve dış politikadaki yalpalamalara COVID-19 pandemisinin ekonomik ve sosyal etkilerinin eklenmesi, iktidar blokunun iç dengelerini ve buna bağlı olarak hamle yeteneğini sarsmıştır. Bu durum iktidar blokunu daha kırılgan hale getirirken blokun bileşenleri arasındaki bağların giderek zayıflamasına ve her bileşenin iktidar blokunun varlığı pahasına hamlelere girişmesine yol açmaktadır.
  9. Millet İttifakı ve potansiyel müttefikleri tarafından temsil edilen alternatif iktidar projesi mevcut iktidar blokundan özü itibarı ile farklı bir modeli ifade etmemekte, AKP iktidarının Türkiye’de gerçekleştirdiği dönüşümü farklı bir ambalajla kurumsallaştırarak yeni bir denge oluşturmaktan ibaret kalmaktadır.
  10. HDP’nin bu denklemdeki yeri, iki iktidar projesinden birinin bileşeni olmakla sınırlandırılamaz. Oy potansiyeli nedeniyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde konumunu güçlendirerek daha fazla hareket serbestisi kazanan ve mevcut iktidar alternatifleriyle pragmatik bir ilişki kuran HDP’nin siyasal öncelikleri ile Türkiye’nin geleceği arasındaki açı giderek artmaktadır. Bu tablo, Türkiye solunun HDP ile kendi ilke ve hedefleri açısından anlamlı bir ilişki kurma olanağını azaltmaktadır. Devrimcilerin Kürt emekçilerle daha fazla buluşmasının yolu ilkesiz ittifaklardan uzak durarak devrimci cumhuriyetçi çizgide eşit yurttaşlık mücadelesini yükseltmekten geçmektedir.
  11. Hem mevcut iktidar blokunun hem de Millet İttifakı’nda cisimleşen alternatif iktidar projesi başta olmak üzere düzen muhalefetinin ortaklaştığı bir diğer nokta, siyasal süreçlere aktif katılımı ifade eden yurttaşlık fikrinin rafa kaldırılması ve ülkenin yurttaşlarının seçmene indirgenerek siyasal katılımdan uzaklaştırılmasıdır. Yurttaşlığı yeniden kazanma kavgasının başarıya ulaşmasının biricik yolu bu tablonun karşısında emekçi halk kitlelerini özne haline getiren süreklileşmiş bir politik mücadelenin inşasıdır. 
  12. Mevcut tablonun dolaysız sonuçlarından biri, düzen siyasetinin toplumun geniş kesimlerinin talep ve beklentilerine yanıt verme yeteneğinin büyük ölçüde ortadan kalkmış olmasıdır. Düzen siyaseti, cumhuriyetçilik ekseninde somutlanan siyasal-toplumsal taleplere yanıt veremediği gibi emekçilerin karşı karşıya kaldığı işsizlik, sömürü ve yoksulluk karşısında da bir mücadele hattı ortaya koyamamaktadır. Bu anlamıyla, işçi sınıfının, gençlerin, kadınların ve Alevilerin talep ve beklentileri siyaset alanına taşınamadan biriken ve derinleşen toplumsal tepkilerdir. Buna karşılık düzen siyasetinin giderek parçalı hale gelen yapısı ve aktörlerin sayısındaki artış, toplumdaki merkezkaç eğilimleri bir süre kontrol altında tutabilecek bir oyalama işlevi görmektedir. Devrimcilerin önündeki güncel görevlerden biri, emekçi halkın öfkesinin bu sahte umutlarla soğrulmasının önüne geçmektir.
  13. Yukarıda bahsettiğimiz denklemi bir bütün olarak değiştirmesi gereken sol ise kendi bağımsız siyasal alanını yaratmakta güçlük çekmektedir. Solun büyük bölümü Millet İttifakı ile HDP arasında bir alana yerleşerek bu alanı temsil etmekle yetinmekte, kendi kendini etkisizliğe mahkum etmektedir. Sol bu iki öznenin dışında ve ötesinde bir alanı yaratmanın mücadelesini vererek toplumun gerçek sorunlarına gerçek yanıtlar verecek devrimci politik talepler oluşturup siyasal düzleme taşımalıdır.
  14. Düzen siyasetinin toplumsal talep ve beklentileri karşılamada gösterdiği başarısızlık, hareketimizin uzunca bir süredir dile getirdiği “sosyalist hareketin bitişi” tespitinde de bir güncelleme ihtiyacını ortaya koymaktadır. Gelinen noktada, sosyalist hareketin yeniden kurulmasının nesnel olanakları ortaya çıkmıştır. Ancak, sosyalistlerin ağırlıklı bir bölmesinin ufkunun HDP-Millet İttifakı arasında kalan alana yerleşme ile sınırlı olması yeniden kuruluş olanağının heba edilmesi tehlikesini ortaya çıkarmaktadır. Devrim Hareketi, sosyalizm mücadelesine yönelmesi gereken enerjinin düzen içi sahte arayışlara aktarılmasını engelleyecek siyasi kanalları oluşturma sorumluluğunu da üzerine alacaktır.
  15. Farklı odakların AKP gericiliğine karşı toplumun geniş kesimlerinde biriken öfkeyi düzen içi kanallara yönlendirme çabaları son dönemde daha da gözle görülür hale gelmiştir. Yakın dönemde hem milliyetçi hem de liberal çevrelerin Cumhuriyetçi toplumsallığa seslenme çabasındaki yoğunlaşma, bu toplumsallığın talep ve beklentilerinin düzen içine çekilerek zararsız kılınması çabası anlamına da gelmektedir. Devrimciler Cumhuriyet değerlerinin ancak sosyalizm ile taçlandırılarak yeniden ayağa kaldırılabileceğinin bilincinde olarak Cumhuriyet mirasına sahip çıkacak, Cumhuriyetçiliğin milliyetçilik-liberalizm salınımına yerleştirilerek dejenere edilmesine izin vermeyecektir.
  16. Devrimciler, devrim ve sosyalizm hedefinin gereklerine uygun bir siyaset yapma tarzını benimsemeli, ülkedeki siyasal süreçlere devrimci bir yorum getirmenin ötesinde devrim ve sosyalizm hedefinin gerekleri doğrultusunda belirlediği devrimci politik talepleri toplumun ve siyasetin gündemine taşımalıdır.
  17. Devrimcilerin önündeki en güncel görev, düzen siyaseti tarafından kapsanmayan talep ve beklentileri Devrimci Cumhuriyetçi siyasi çizgi ekseninde kapsamak ve siyasal düzleme taşımaktır. Siyasal düzleme taşıma aynı zamanda, dağınık ve anlık patlamalar halinde kendisini gösteren toplumsal tepkilerin süreklileşmiş ve örgütlü bir toplumsal hareket haline getirilmesinin de önkoşulu olarak kavranmalıdır.