İçeriğe geç

Gericiye Sömürücüye Güven Olmaz

Yeni süreç tam gaz

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin çıkışı ile başlayan yeni süreç kapsamında İmralı heyeti Öcalan’ın mektubunu Kandil, Avrupa ve Suriye’deki ilgililerine ulaştırdı. DEM Parti heyeti sürecin bu anlamda olağan seyrinde ilerlediğini ifade etti. Bir süredir Öcalan’ın kamuoyuna yönelik görüntülü bir çağrısının yayımlanacağı konuşuluyordu. Ancak Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “mevzuatımızda bir hükümlünün videoyla kamuoyuna seslenmesi söz konusu değil” ifadeleri ile bu beklentiyi yalanlamış oldu. Sürecin Öcalan ayağının bir sonraki adımının ne olacağı belirsizliğini koruyor.

Yeni süreç aynı zamanda kayyumlarla ve operasyonlarla başlamıştı. Bu bakımdan da sürecin ilerlediğini söylemek mümkün. Uzunca bir zamandır “kent uzlaşısı” hedef gösterilmiş, DEM Parti’nin CHP ile ittifakı yargı operasyonlarının hedefi olmuş, kriminal hale getirilmeye çalışılmıştı.

Geçtiğimiz hafta itibariyle DEM Parti’nin ittifaklarına yönelik yapılan budama girişimleri Halkların Demokratik Kongresi’ne (HDK) sıçramış oldu. HDK’ya yönelik Ankara Başsavcılığı’nın yürüttüğü ana soruşturma kapsamında yapılan operasyonda aralarında sosyalistlerin de yer aldığı 60 kişi için gözaltı kararı verilirken 30 kişi ise tutuklandı. AKP döneminde benzerlerini çokça gördüğümüz yargı kumpaslarının bir ayağı olan operasyonda 2012 yılındaki yazışmalar ve görüşmeler dahi delil olarak kullanılırken, açık bir siyasi oluşum da iktidarın terör torbasına atılmış oldu.

Süreç devam ederken gerçekleşen bu operasyonlar kimileri tarafından çelişki olarak sunulsa da yeni süreç, başından beri doğasına uygun olarak ilerliyor. Kimin ne istediği, pazarlık masasında nelerin konuşulduğu belli olmayan süreç kapsamında siyasal alan daraltılıyor, halkın doğrudan ilişki kurabileceği hiçbir alana yer tanınmıyor. Süreç, bu anlamıyla başından beri tartışmasız olarak halk düşmanı bir karakter taşıyor. Dolayısıyla AKP’nin saldırılarının hukuksuzluğunu vurgulamak ve bu saldırılara karşı çıkmak ile masanın bir tarafı ile yan yana gelme tercihi arasındaki çizginin ne kadar kalın olduğunu vurgulamak gerekiyor. Sürecin yürütüldüğü masanın tüm aktörlerinin öyle veya böyle bu hukuksuzluğun sorumluluğunu taşıdığının bilincinde olmak büyük önem taşıyor.

AKP operasyonları patronlar kulübüne sıçradı

Patronlar kulübü TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın geçtiğimiz hafta yaptığı ve AKP iktidarının hukuksuzluklarına dikkat çeken açıklamaları geçtiğimiz haftanın gündemine oturmuştu. Erdoğan’ın sert tepkisinin ardından ise yargı anında harekete geçti ve Orhan Turan’ın yanı sıra TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Mehmet Ömer Arif Aras gözaltına alındı. İkili, adli kontrol ile serbest bırakılırken Türkiye burjuvazisi ile AKP arasındaki gerilimli ilişki de tartışma konusu oldu.

Özellikle CHP merkezli olan ve bir kısım sosyaliste de ne yazık ki sıçrayan yaklaşım konuyu genel bir demokrasi meselesi içinde ele alıyor. Bu yaklaşımın en hafif tabiriyle hatalı olduğu, TÜSİAD’ın hem yakın Türkiye tarihinde hem de güncel siyasette tuttuğu konuma bakarak rahatlıkla anlaşılabilir. Karşı-devrim sürecinin en önemli uğrağı olan 12 Eylül tarihli darbenin açık destekçisi olan bu kurum, AKP’nin güçlenerek bugünkü saldırıları yapabilecek hale gelmesinin de en önemli suç ortaklarından. Satır aralarında bu durumun bilindiğinin hatırlatılması ise çocukça bir tür yasak savma arayışı olarak değerlendirilmeli. Türkiye’nin emekçi halkına AKP ne kadar düşmansa TÜSİAD da en az o kadar düşmandır. Emekçi halkı siyasetin öznesi kılmaya çalışanların halk düşmanlarına en ufak bir prim vermesi ise tarihin yanlış tarafında durmak anlamını taşır.

Bir diğer hatalı yaklaşım ise yaşananların gerçek bir tartışmaya dayanmayan bir tür gösterinden ibaret olduğudur. Bu yaklaşım, TÜSİAD’a demokratik değer biçenlere göre daha az hatalı görünse de gerçeği kavrama konusunda sakattır. Oysa Türkiye kapitalizmi krizlidir. Bu krize ve onun yükünün nasıl halka yıkılacağına dair tartışmalar gerçek tartışmalardır. AKP’nin siyasal alanı daraltmasının başka halk düşmanı odaklar tarafından hemen kabullenilmemesi ya da tepki çekmesi ise doğaldır. Aynı evi soymak isteyen iki hırsızın birbirine düşmesi gibi, bu aktörlerin kavgaları da gerçek kavgalardır.

Özellikle CHP’yi hedef alan ve İmamoğlu’nu siyaset dışına itmeyi hedefleyen operasyonların hız kazanması TÜSİAD için tercih edilen bir durum olmaktan uzaktır. Aktörlerin azalması patronların pazarlık gücünü kısıtlarken düzenin sürdürülebilirliği için de yeni bir kriz başlığıdır. Ancak TÜSİAD bir siyasi parti değildir. Patronlar kulübünün tek bir çizgiye sahip olmadığı, içinde yer alan farklı grupların farklı konumlar almasının mümkün olduğu da unutulmamalıdır. Pazarlıkların ve yargı sopasının ortak bir noktada buluşulmasını kısa sürede sağlaması mümkündür.

Halk düşmanlarının iç gerilimlerinden yararlanmanın yolu ise bir tanesini ehven-i şer ilan etmek değil, bu gerilim sayesinde halkta ortaya çıkan güvensizliği örgütlü kılmaya çalışmaktır. Çözüm, halkı bir özne olarak ortaya çıkarma, yönetim krizine alternatif başka bir yönetimi siyaseten dayatacak güce erişmektir.

ABD Ukrayna’yı satıyor

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, Ukrayna konusunda da kesin bir politika değişikliğine imza attı. Rusya ile yapılacak müzakerelere Ukrayna ve Avrupa Birliği (AB) taraflarını davet etmeyen Trump, Ukrayna lideri Volodimir Zelenski için beklenmedik ifadeler kullandı.

Zelenski’yi Ukrayna’ya yapılan yardımların yarısını çalmak ile suçlayan Trump, ondan seçimsiz bir diktatör olarak bahsederken onun Ukrayna-Rusya savaşındaki sorumlu olarak gördüğünü ilan etti ve onu milyonlarca insanın gereksiz yere ölümüne sebep olmakla suçladı.

Daha önce Ukrayna’dan “savaş yardımlarının karşılığı” olarak nadir element madenlerini talep eden ve reddedilen Trump bu isteğini tekrarlarken, Ukrayna ile bu anlaşmaya yakın olduklarını da söyledi.

Zelenski’nin kendisini ve ülkesini düşürdüğü durum büyük dersler barındırıyor. İktidarını başka kuvvetlere yaslanarak sürdürmenin sonucu hem büyük bir hüsran hem de aşağılanma oldu. Tüm ülkeler için bağımsızlığın paha biçilemez değeri ve iktidarın mutlaka ve mutlaka ülke halkının iradesine dayanıyor olmasının zorunluluğu bir kez daha kanıtlandı. Bu duruma düşenlerin emperyalist merkezler açısından yalnızca rakamlardan ibaret değer gördükleri ise Trump’ın kendine has kaba üslubu ile tüm dünyaya ilan edilmiş oldu.

Vurgulanması gereken bir başka durum ise şu: Bir tür Avrasya bloku üzerinden yapılan değerlendirmelerin zemininin ne kadar kaygan olduğu da bu sayede görülmüş oldu. ABD-AB ile Rusya-Çin arasındaki gerilimler sınıfsal bir temel taşımadığı ve dünya düzenin iddiasına yönelik farklılıklara sahip olmadığı ölçüde değişmeye oldukça müsait bir hal taşıyor. ABD açısından ekonomik rakibi Çin’i sıkıştırmak ve yalnızlaştırmak için Rusya ile kurulabilecek bir köprü oldukça mümkünken Rusya’nın böyle bir olasılığı reddetmesi için değişmez bir gerekçe bulunmuyor.