RTÜK Başkanı’ndan olumlu(!) ifadeler
İktidarın basına yönelik saldırganlığının artması ile paralel olarak Radyo Televizyon Üst Kurulu’ndan (RTÜK) da ses geldi. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı açıklamada ana haber bültenlerinin taraflı yapıldığını iddia etti. Az sayıdaki muhalif kanalı kastettiği açık olan Şahin, bu kanalları “ülkemizde ‘olumlu olaylar’ olmadığı algısı” yaratmaya çalışmak ile suçladı ve en üst sınırdan ceza ile tehdit etti.
Basın ve ifade özgürlüğü konularını bir yana bıraksak bile yazılı bir metinde “ülkemizde olumlu olaylar olmadığı algısı” gibi saçma ifadeler kullanan bir kişinin herhangi bir kamu görevinde bulunmasının dahi başlı başına bir skandal olduğu kesin. AKP’li bürokratlar yukarıdan gelen talimatları yerine getirme görevlerine uyuyor, ancak konu bunları topluma aktarmak olduğunda kılıf bile uyduramıyor.
Benzer bir operasyonla tutuklanan Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş halen hapiste. Cumartesi akşamı ise Birgün gazetesine yönelik yeni bir yargı operasyonu gerçekleştirildi. Gazetenin internet sitesinde yapılan bir haber nedeni ile yayın koordinatörleri Uğur Koç ve Berkant Gültekin’in yanı sıra Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Yaşar Gökdemir de gözaltına alındı. Yandaş Sabah Gazetesi’nin siyasi davalar ile gündeme gelen savcı Akın Gürlek’i ziyaretine dair yapılan haber “terörler mücadele etmiş kişileri hedef gösterme” bahanesi ile yargı konusu haline getirildi. Aynı ziyaret, bizzat Sabah Gazetesi tarafından da haberleştirilmişti.
Basının çoğunluğu ise doğrudan AKP’ye hizmet ediyor. Kamu kaynakları kullanılarak satın alınan ya da finanse edilen basın kuruluşları on yıllardır büyüyen yoksulluğu, gericiliği, çeteleşmeyi, sömürüyü ve bağımlılığı örtmek için takla üstüne takla atıyor. Bir karşı-devrim iktidarı olan AKP ise mevcutla yetinmiyor, basın alanını tümüyle ele geçirmek istiyor. Saldırı aracı olarak kullandığı yargıyı ve o alandaki kadrolaşmasını ise tümüyle dokunulmaz kılmak istiyor. Ancak bu hamlelerin ters tepme ihtimali unutulmamalı. Toplumsal alanda biriken gerilimlerin hem iktidarın iç yapısında hem de toplumun genelinde dışa vurma ihtimali hiç de az değil.
Hani riski patronlar alıyordu?
Türkiye’de uzun yıllardır faaliyet gösteren restoran zincirleri Pizza Hut ve KFC kapandı. Merkez şirket Yum Brands, Türkiye’deki işletmeci İş Holding ile olan sözleşmesini “standartlara uyum sağlamayı sürdüremediği” gerekçesi ile bir süre önce tek taraflı olarak sonlandırmıştı. Zincire dahil toplamda 537 restoran kapanırken, yaklaşık 7 bin emekçi de işinden oldu. Restoranların hizmet alımı yaptığı başka şirketlerde yaşanması muhtemel iş kayıpları ise bu sayıya dahil değil.
İş Holding geçtiğimiz hafta konkordato ilan etti ve böylece restoran çalışanları yalnızca işlerinden olmakla kalmadı, aynı zamanda tazminatlarını alıp alamayacakları konusunda belirsizlik içerisinde bırakıldılar.
Çok fazla sirkülasyonun yaşandığı, esnek çalışma adı altında kuralsızlığın kural haline getirildiği sektörde sendikalaşma yok denecek kadar az. İşsiz kalan emekçiler haklarını aramak için bu nedenle sosyal medya üzerinden haberleşmeye ve iletişim kurmaya çalışırken Türkiye’nin çeşitli noktalarında hakları için eylemlere de başladılar.
Yaşananlar emek sömürüsüne gerekçe olarak liberaller tarafından sunulan “Patronlar risk alıyor” yalanını tekrar hatırlattı. Çünkü büyük işletmeler batınca sermaye sahiplerinin yaşam kaliteleri hiçbir biçimde etkilenmezken en fazla sadece kağıt üzerinde gördükleri rakamları kaybetmiş oluyorlar. Bu örnekte olduğu gibi çoğu zaman ise o kadar bile kaybetmiyorlar. İktidarla kurulan yakın ilişkiler sayesinde batarken bile işçinin sırtına binebiliyorlar. Zaten sömürüye uğrayan emekçiler ise kışın ortasında işsiz kalmış bir de üstüne birikmiş haklarını alabilmek için sokaklara düşmüş durumda. Asıl riski kimin aldığı ortada.
AKP’nin halk düşmanı karakteri de yine kendisini gösteriyor. Uluslararası tekel ve onunla iş yapan yerli holding, tüm yasal yükümlülüklere rağmen sorumluluktan kaçabiliyorsa bunu AKP’nin ülkeyi getirdiği duruma borçlu. Yatırım bahanesi ile yabancı sermayeye tanınan ayrıcalıklar ve patronları koruyan uygulamalar işçi düşmanlığı konusunda cesaret veriyor.
Hem bu karanlık iktidardan kurtulmak için hem de emeğimizin karşılığına sahip çıkabilmek için örgütlü mücadeleyi büyütmenin sorumluluğu ise bize düşüyor.
“Güleryüzlü emperyalizm” sona mı eriyor?
İkinci başkanlık döneminde ABD’de ve emperyalist sistemin genelinde dengeleri değiştirme iddiasındaki Trump yönetimi, ABD emperyalizminin önemli aygıtlarından USAID’i kapatma kararı aldı. Dünyanın dört yanında geçmişte USAID tarafından fonlanmış pek çok kişi ve kurumun çıkardığı gürültü kadar basın organları başta olmak üzere konuyla ilgilenmesi gereken pek çok çevrenin sessizliği de bu aygıtın ne kadar büyük ve uğursuz bir rol oynadığının göstergesi.
ABD’nin dünyanın her yanında farklı alanlarda farklı kademelerde kadroları parayla devşirerek emperyalist-kapitalist sistemdeki tartışmasız hegemon konumunu sürdürmesinde etkili olan USAID’in kapatılması, ABD emperyalizminin işleyişi ve önceliklerinde yaşanması muhtemel değişiklikleri tetikleyecek. “Politik doğrucu” bir üslubu ve tüm unsurlarıyla kimlik siyasetlerinin teşvikini içselleştirmiş teknokratlar tarafından yönetilen USAID, ABD’nin güdümünde bulunan ya da hedef almakta olduğu ülkelerde farklı aktörlerin eş zamanlı satın alınması ve siyasal, kültürel, ideolojik alanların kapsamlı olarak şekillendirilmesi hedeflerine hizmet ediyordu. USAID’in yokluğunda söz konusu ideolojik çizginin güç kaybetmesi, ideolojik hegemonya tesisine yönelik fonlamalarda daha seçici davranılması ve dünyanın dört yanındaki ideoloji üretim süreçlerine müdahalelerden yapılan tasarrufun Meksika’dan ABD’ye düzensiz göçün engellenmesi ve Çin’e karşı ticaret savaşının finansmanı gibi Amerikan devletini doğrudan ilgilendiren işlemlerde değerlendirilmesi muhtemel.
Emperyalizmin “güleryüzlü” haline ikirciksiz karşı duran devrimciler, onun kabalaşmış haline de aynı şekilde karşı duracaktır. Sömürüyü kimlikçilikle perdeleyenler dünya halklarına ne kadar düşmansa Amerika kıtasında ve tüm dünyada sömürgeciliği, kölelik uygulamalarını, ırkçılığı normalleştirmek için gürültü çıkaran Elon Musk ve emrindeki trol ordusu da o kadar düşmandır. Yaşanmakta olan dönüşümün emperyalist sistemde yaratacağı kırılmalar, bu kırılmaların kısa ve orta vadede yaratabileceği hegemonya boşluğu ve sistemin merkezinde çatışan tarafların yapabileceği ifşalar dikkatle izlenmelidir.