Denetleme adı altında yargısız infaz
İktidarın yargı operasyonlarında bir tür “daimi bilirkişi” rolü üstlenen bir kişinin isminin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu tarafından kamuoyuna duyurulmasına ilişkin AKP yargısının tepkisi sert oldu.
İmamoğlu henüz kürsüdeyken jet hızı ile soruşturma açılırken, ilgili kişi ile yapılan telefon görüşmesini yayımlayan Halk TV çalışanları operasyonların hedefi oldu. Gözaltına alınan gazeteciler Barış Pehlivan, Seda Selek ve Serhan Asker serbest bırakılırken Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş ise tutuklandı.
AKP döneminde yargı sözde bile adalet iddiası taşımaktan uzak. Yargı, AKP’nin ilk yıllarından itibaren karşıtları sindirmek için kullanılıyor. Aynı yargı, son örneğini yakın zamanda Bolu’da çıkan yangında gördüğümüz üzere konu halka karşı işlenmiş olan gerçek suçlara gelince cezanın varlığını unutuyor. Yine Kahramanmaraş merkezli büyük deprem felaketinin üzerinden 2 yıl geçmişken kâr hırsı ile on binlerce yurttaşımızın ölümüne neden olmuş pek az kimse ceza aldı.
Meclis’ten çıkan son yasaya göre ise yargının mevcut durumu bile AKP için yetersiz bulunuyor. Devlet Denetleme Kurulu’na (DDK) yargısız infaz yetkisi veren yasaya göre kamu görevlileri DDK tarafından uygun görülmesi halinde görevden alınabilecek. DDK üyeleri doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor.
Yasanın güncel olarak en fazla dikkat çeken özelliği ise belediye başkanlarının da bu kapsamda görevden alınabilecek olması. Böylece kayyum politikaları çok daha hızlı ve kolay işletilebilecek. Ancak yasanın tehlikeli kısmı bununla sınırlı değil. Devlet memurlarının kanuni birçok hakkının ortadan kaldırılması anlamına gelen bu düzenleme ile siyasi iktidarın memurlara suç işletmesi çok daha kolay hale gelecek. Öyle ki halka karşı suç işlemeyi reddeden memurlar için DDK hep bir sopa olarak sallanacak. Ayrıca tıpkı belediye başkanları gibi meslek odaları ve sendikalarda yer alan yöneticiler de DDK tarafından görevden alınabilecek.
Emekçi halka düşmanlık etmek üzere dizayn edilmiş bu karanlık düzene karşı etkili bir mücadele verebilmenin tek yolu halkın bu kavgada özne haline getirilmesidir.
Orduda Mustafa Kemal tasfiyesi
30 Ağustos 2024 tarihinde Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde resmi yemini okuduktan sonra “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atan ve kılıç çatarak geleneksel yeminleri okuyan beş teğmen ve üç disiplin amiri Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ihraç edildi.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ihraç edilen teğmenlerden “bunlar temizlenecek” diye bahsetmişti. İhraç sürecinde bu yönde yapılan siyasi baskı AKP’nin ve bir dönem ortağı olan Fethullahçı çetenin öncülüğünde yürütülen Ergenekon, Balyoz gibi siyasi davaları akıllara getiriyor. AKP iktidarı orduda kendisi gibi olmayan kimseyi istemezken Cumhuriyetçi en ufak bir referansa bile tahammül edemiyor.
Tarikatçı olduğu ortaya çıkan subaylar hakkında hiçbir işlem yapılmazken ülkenin kurucusu Mustafa Kemal’in adı bir suç unsuru gibi ele alınıyor.
Karşı-devrimci AKP iktidarında Cumhuriyet değerleri devlet katından tamamen tasfiye edildi. Ülkenin yağmalanma süreci kamu gücünün çetelere ve tarikatlara teslim edilmesi ile kolaylaştırıldı. Türkiye’nin NATO’ya dahil olduğu ilk günden itibaren bağımsızlıkçı ve Cumhuriyetçi değerleri aşınmaya başlayan ordu ise bu süreçte farklı gerici güçlerin iç mücadelesinin alanına dönüştürüldü. 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimi de yine karşı-devrimci AKP iktidarı tarafından yıllarca korunup kollanan ve orduya çöreklenmesi sağlanan Fethullahçılar tarafından gerçekleştirilmişti.
CHP’nin dünyası başka
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adayını belirlemek için ön seçime gideceklerini açıkladı. CHP, kısa süreli bir “normalleşme” döneminin ardından bir süredir erken seçim talep ederken iktidar kanadı bir sonraki seçim için 2028 yılını işaret ediyor.
CHP yönetiminin bu kararı Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu isimleri arasında bir süredir devam eden adaylık tartışmalarını sonlandırmak üzere aldığı açık. Ancak kararın bir önseçim olması, CHP yönetiminin herhangi bir seçimin siyasi sorumluluğundan kaçma arayışını da gösteriyor. Üstelik CHP yönetiminin kaçtığı tek konu bu değil.
Mehmet Şimşek eliyle uygulanan “rasyonel ekonomi politikaları” işsizliği ve yoksulluğu artırmış durumda. Emperyalist merkezleri ve sömürücü patronları memnun etmek üzere hazırlanan bu iktisadi modele CHP’nin özünde bir itirazı bulunmuyor. Yurttaşlar ertesi günü nasıl getireceğini düşünürken, onları temsil etme iddiasındakilerin gündemi ise bambaşka.
Yeni bir çözüm iddiası ile ortaya atılan Suriye’nin paylaşılması süreci, bizzat CHP’lileri de hedef alan yargı operasyonları, ortaokullara kadar inmiş olan tarikatlar birer “gündem saptırma” olarak görülürken AKP’nin siyaseti sandığa sıkıştıran ve yurttaşı yalnızca seçmen olarak gören anlayışı besliyor. Böylece karşı-devrim sürecinin ömrü uzatılıyor.
Seçimler de dahil her toplumsal gündemde önemli olan, emekçi halkın gerçek çıkarlarının siyasal alanda güçlü bir biçimde yer almasının yolunun bulunmasıdır.