“Sorumlu muhalefet” kayyuma alan açıyor
CHP’nin eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a hakaret iddiasıyla yargılandığı dava kapsamında mahkemede ifade verdiği gün, memleketinde hem merkez ilçedeki DEM Parti hem de Ovacık’taki CHP belediyelerine kayyum atandı. Bunlarla birlikte AKP’nin kayyum aracılığı ile gasp ettiği belediye sayısı 7’ye yükseldi. Kayyum atamasının ifade gününe denk gelmesinin rastlantı olmadığı ise açık. İktidar, CHP içi gerilimleri ona saldırmak için önemli bir fırsat olarak görüyor. CHP için siyasal alanda birbirinden farklı hiçbir anlam ifade etmeyen farklı çıkar grupları bulunuyor. İmamoğlu ve Yavaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı için rekabet içinde olduğu bilinirken, Kılıçdaroğlu da yeniden genel başkan olmak için fırsat kolluyor.
CHP’nin tek zaafı ise yaşadığı iç karışıklıklar değil. CHP yönetiminin AKP tarafından temsil edilen düzene herhangi bir zarar gelmeden iktidara aday olma isteği AKP’ye büyük fırsatlar tanıyor. “Normalleşme” sayesinde seçim yenilgisini hızlıca unutturmayı başaran iktidar, Mehmet Şimşek tarafından uygulanan halk düşmanı politikaların yarattığı toplumsal tepkiyi “sorumlu muhalefet” sayesinde rahatlıkla göğüsleyebiliyor.
CHP Genel Merkezi’nde MİT tarafından yapılan sunum ve bu sunum sırasında Özgür Özel’in MİT’ten talebi ise süreci perçinliyor. CHP Genel Başkanı, MİT’ten kendisine gelen üye başvurularını denetlemesini, onların “terörist” olup olmadığını bildirmelerini talep ediyor. Bu anlamıyla, bilerek ya da bilmeden kayyum politikasına büyük bir nesnel zemin sunuyor. CHP, Erdoğan tarafından ve elbette onun siyasi amaçlarına hizmet etmesi için atanan MİT Başkanı İbrahim Kalın’a kimin “terörist” olup olmadığını belirleme yetkisi tanıyor. Aynı yetki, doğal olarak yine Erdoğan tarafından benzer gerekçelerle atanan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya tanınmış oluyor. Kayyumların meşruiyeti bizzat kayyum saldırısına maruz bırakılan parti tarafından sağlanıyor!
Özel’in Meclis’te kayyumcu Ali Yerlikaya ile sürtüşmelerini nazar boncuğu olarak tanımlaması ve sahiplenmemesi de benzer bir yaklaşımın ürünü. CHP, siyasi iktidarı kendisinden daha çok sahipleniyor. Bu nedenle devrimci cumhuriyetçi çizginin bu partiden ayrı bir kanalı inşa edebilmesi yalnızca tarihsel değil güncel olarak da büyük bir görev. Halkın, düzene ve onun iktidarına karşı “mahcup” bir tarza mahkum edilmesine seyirci kalınamaz.
Çayırhan işçisi yalnız değil
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali ve ona bağlı maden sahalarının özelleştirilmesine karşı maden işçileri direnişte. 20 Kasım’da 500 madencinin kendisini madene kilitlemesi ile başlayan direniş sürüyor.
Çayırhan Termik Santrali’nin mevcut üretimi, yıllık 5 milyar kilowatt-saat. Bu da ortalama 1 milyon hanenin elektrik tüketimine denk geliyor. Maden işletmesi ve termik santral 2000’de de Ciner grubuna devredilmiş, bu devir TBMM Yolsuzluk Komisyonu’nca usulsüz bulunmuştu. Bu sürede yoğun sömürü ve kötü çalışma koşulları nedeniyle Nallıhan’ın nüfusu da dramatik bir biçimde düştü. 2020 yılında tekrar devletin eline geçen işletmeye bugüne kadarki 4 yıl boyunca kamu kaynakları kullanılarak yatırım yapıldı, işletme modernleştirildi. Madenin yeniden özelleştirilme çabası, bu yatırımlarla birlikte yok pahasına yeniden peşkeş çekilmesi anlamına geliyor.
Çayırhan, özelleştirmenin yıkım ve soygun anlamına geldiğini en iyi kanıtlayan küçük bir laboratuvar işlevi gördü. Çalışma koşulları kötüye gitti, işçi sayısı azaltıldı, güvenlik önlemleri terk edildi. Şirket, 20 yıl boyunca fahiş kazançlar elde ederken yöre halkının yaşam koşulları giderek kötüleşti. Tüm Türkiye’de enerji sektörü özelleştirilirken hepimizin ortak malı olan yeraltı zenginlikleri patronun cebine aktı, biz de enerjiye çok daha fazla para öder hale geldik. Bugün iktisadi bağımsızlığımızı yitirmiş olmamızın en önemli sebeplerinden birisi de emekçilerin alın teri ile kurulmuş yüzlerce işletmenin sermaye sahiplerine peşkeş çekilmesidir.
Tek çıkar yol, özelleştirmelerin bütünüyle durdurulması; madenlerin, santrallerin, tarım arazilerinin, fabrikaların ve tüm büyük işletmelerin emekçi halkın ortak malı haline getirilmesidir.
Kadına yönelik şiddete karşı mücadele büyüyor
Emekçi Kadınlar Derneği (EKD), 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kapsamında Türkiye’nin çeşitli illerinde toplantılar düzenledi, yürüyüşler ve basın açıklamaları gerçekleştirdi. 25 Kasım’a gelirken kadınlar, maruz kaldıkları şiddetin bireysel görülmesine ve yaşananların münferit olaylar olarak değerlendirilmesine olan itirazlarını dile getirdi. Şiddetin sistemin bir sorunu olduğunu; emperyalizmin, sermayenin ve gericiliğin bu sorunu körüklediğini anlattılar.
İktidarı yıllardır elinde tutan gericilik, tüm araçları ile kadının ikinci sınıf olduğunu vaaz ediyor; şiddetin ideolojik zeminini güçlendiriyor, şiddet faillerini ise koruyor. Patronlar bu durumu kullanıyor. Kadınlar mücadele etmeye başlayınca en geri ilişkileri kadınlara karşı harekete geçiriyor. İş saatini satın aldığı kadınlara karşı, tacizi kendisine hak görüyor. Emperyalist merkezlerin müdahalelerine maruz kalan ülkelerde kadınlar tüm kazanımlarını ve güvencelerini kaybediyor, sokağa çıkamaz hale geliyorlar. Bu nedenle, kadınların kendilerine şiddet ve sömürüden başka hiçbir şey vadetmeyen bu düzeni değiştirmek için mücadeleyi büyütmesi yaşamsal önem taşıyor.